Abi, parmak izimi bırakamadığım üç beş yer kaldı, özür dilerim!
Gerçi Fikret ancak 2 yaşındaki bir çocuğun muhakeme becerisine ve sır tutma kabiliyetine sahipken kadın da ne yapsın? Halim gibi bir adama bulaşıp başını derde sokması bir yana, bir de üstüne elini kana buladı. Kelimenin tam manasıyla “buladı” hem de. O yaşa kadar hiç cinayet roman okumamış, hiç polisiye film izlememiş gibi kan içindeki adamın nabzını kontrol etmek için elleyip, eline onun kanını bulaştırıp bir de bununla her yere parmak izini bırakmak gibi son derece zekice bir adım attı. Bir tek oturup polisleri beklemesi eksik kaldı. Yemin ediyorum hatalı üretim bu çocuk ya! Peki, böyle bir ortamda, böyle bir hengamenin içindeyken, sanki daha bir gece önce İpek’e, ne olursa olsun o benim abim diye nutuk atan o değilmiş gibi aniden Faruk’a Garip’in oğlu olduğunu söylemesine ne demeli? Bu bilgi o anda çok işimize yaradı, durumu tamamen çözdü, bravo!

Adem’in kabus sahnesi güzeldi. İyi düşünülmüş ve güzel çekilmiş bir sahneydi. O konak, eskiden yaşayan bir yer bir yuva iken, Adem’le birlikte sadece tepesinde çatı bulunan dört duvara dönüştü. Konağa göz koyarken Adem’in kalbindeki gizli istek, o sıcak yuvaya kavuşmaktı belki ama Boranların çıkıp gitmesiyle konaktaki sıcaklık ve ruh da terk etti orayı. Ay ama neyse ki(!) artık hayatına bir Güneş doğmak üzere. O, onu ısıtır belki! Lakin daha Dilara ve çocuk defteri açık dururken, Güneş’in sırasını beklemesi gerekiyor.

O kadar yakınlık duyduğu Süreyya’nın hamileliğiyle bile bu kadar yakından ilgilenmeyen Osman’ın, öncesinde hiçbir samimiyeti olmayan Dilara’ya karşı, üstüne vazifeymiş gibi aniden bu kadar yardımsever olması sinirimi bozuyor. Gereksiz kitap okuma sahnesinden sonra bir durup kendimi yokladım; Dilara ve Osman’ı, çift olma ihtimaliyle değil de sahici bir dostluk kurulacağı ön bilgisiyle izlesem sahnelerinden rahatsız olur muydum diye. O kadar damdan düşme ve o kadar kel alaka oldu ki, sanırım gene rahatsız olurdum bu durumdan. Daha yumuşak ve inandırıcı bir işleyişle ilerlemelerini gerekirdi.  Ancak aralarında hissî anlamda henüz hiçbir kıvılcım çakmadığı için, belki de olması gerektiği gibi iki iyi arkadaş konseptiyle devam ederler diye umutla bekliyorum. Aksi olursa, bayramlık ağzımı o zaman açarım.


Sen ne tatlı şeysin öyle

Faruk’un kankası, İpek’in nasıl liseden tanıdığı oluyor hiç anlamadım. Ayrıca kankanın İpek’e, “Evli olmasan seni kaçırmazdım.” bakışları attığı da gözümüzden kaçmadı. Hatta evli olmasına rağmen kaçırmayacakmış gibi bakıyordu. Dur bakalım oradan ne çıkacak? Her ne kadar İpek’in damdan düşer gibi sunduğu organizasyon şirketi kurma projesini temelsiz bulsam da; İpek’i, eve kapanıp iki çocukla devamlı fitne fücur peşinde koşma, ortalığı karıştırma sığlığından kurtaracaksa itiraz da etmeyeceğim. Hiç değilse karakteri o kısır döngüden kurtarmış oluruz.

Gelelim Süreyya’nın müstakbel çalışma hayatına. Süreyya’nın o okuldaki çocuklara bakışı, hevesi o kadar güzeldi ki, içim ısındı. Hemen o an işe başlayıp çocukların arasına katılmak için can attığı çok belliydi. Ama Faruk’un onun çalışmasına karşı genel tavrı elini kolunu bağladı. Keşke Faruk’un, onun çalışmasını her koşulda, mutlulukla destekleyeceğinden emin olabilseydi. Oysa ki “Senin çalışman bizi kurtarmayacak!” sözü çok yaraladı Süreyya’yı.

Faruk kendi hayallerinin, kendi başarılarının o kadar keyfindeydi ki, Süreyya ona laf dokundurana kadar, kırgınlığının farkına bile varmadı. Özür bile dilemeden, hallolduğunu sanıyormuş! Hem o kavgada haksız olduğunun farkında olmasa, hem de o sırada keyfi yerinde olmasa Süreyya’nın çalışmasını da desteklemezdi eminim. Eşref saatine denk geldi. Eşek saatine denk gelseydi (ki bunlar Faruk’ta çoğunlukta) gene kavga çıkardı; Süreyya inatçılıkla, laftan anlamazlıkla suçlanırdı. Halbuki kendinden pay biçse; sevdiği işte, bir başarı elde etmenin insanı nasıl şarj ettiğini, Süreyya’nın buna gerçekten ihtiyacı olduğunu bir anlasa. Süreyya’nın çalışması belki Boranları kurtarmayacak ama Süreyya’yı kurtaracak.

Şimdilik gri bir sisin içinde yürümek gibi biraz tatsızca ilerlesek de, hoşa gitmeyen konuların başka türlü çözümleneceği beklentisiyle ve bu çok zevk vermeyen sarmaldan çıkılacağı umuduyla ilerleyen bölümleri bekliyorum. Daha önce çok daha zevkli gidişatlar gördük. Şimdi neden olmasın?

*Candan Erçetin, Daha
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER