İstanbullu Gelin’in 56.bölümü ile ilgili detaya girmeden
önce belirtmek isterim ki bölüm bende tam bir hayal kırıklığı oldu. Belki
izlediğimiz başka bir dizi olsaydı ‘Ay ne güzel bölümmüş’ der geçerdim ama söz
konusu İstanbullu Gelin olduğunda bu böyle değil, geçen sezonlarda izlediğimiz
tatta bölümler bekliyoruz haliyle. Sevdiğim anlar da oldu elbette ama geneline
bakarsak pek sevemedim bölümü.
'Evet, 21 Haziran değil, bugünmüş'
Öncelikle sosyal medyada da birçok kişinin bahsettiği
bitmeyen gün konusuna gelmek isterim. Süreyya’nın sabah Anadolu yakasındaki stüdyoya
gittiği, Faruk’un Bursa’ya gidip Adem’i dövdükten sonra İstanbul’a dönüp
Süreyya’yı stüdyodan alıp Nişantaşı’ndaki eve bırakıp oradan ofise döndüğü, bu
sırada polislerin ofise gelip Faruk’u karakola götürdüğü, bunu duyan Dilara’nın
Osman’la gidip Adem’i İstanbul’a getirdiği, Adem şikayetini geri alınca Faruk’u
serbest bıraktıkları ve Faruk’un ‘Ben ofise dönüyorum’ dediği o tek bir günden
bahsediyorum elbette. Yazarken bile beni yoran bu olaylar zincirinin tek bir
günde yaşandığına inanmamızın beklenmesi İstanbullu Gelin standartlarına göre bir
miktar tatsız kaçtı itiraf etmem gerekirse. Faruk bir gece karakolda kalsaydı
mevzular daha kolay bağlanabilirdi birbirine, en azından Adem’in Bursa’dan
gelişi biraz daha makul olurdu. Bursa-İstanbul arasını bu derece kısaltan bir yol
olduğuna inansam bile İstanbul trafiğinin yok olduğuna inanmam mümkün değil
şahsen.

Biz de senden bıktık Faruk
Bu uzun günün başrolü Faruk’a gelelim şimdi. Tamam, geçen
hafta Süreyya’nın stüdyoya giderken bir mesaj bile atmamasını saçma bulmuştum
ama bu hafta da karakola düşmesinin tüm suçlusu Süreyya’ymış gibi
davranmasından nefret ettim. Hele bir de Süreyya’nın işini küçümseyerek ‘Senin
yüzünden ben işimi belki toptan kaybedeceğim’ demesi çok can sıkıcıydı. Paraları
olsa da olmasa da Süreyya işini yapabilir ve Faruk’un işini Süreyya’nınkinden
daha kıymetli yapan hiçbir kanun yok. Süreyya’nın dünyanın her yerinde
yapabileceği ve çok sevdiği bir mesleği var ve Faruk’un aklı bunu bunca
zamandır hala almadı, ona göre her şey Süreyya’nın hevesi, ‘Aman gönlü olsun’
tesellisi. Kazına ayağı öyle değil Faruk Boran. Bir de Adem’in kapısına
dayamayı bırakırsan iyi edersin, ortada bir zarar varsa bunu sen kendi kendine
verdin.
Bu sefer iyi düşün
Bebeğim Süreyya da ilişkilerinin başından beri kendini en
çok sorguladığı günlere geldi. Bir yandan içine düştükleri maddi kriz, bir
yandan Faruk’la aralarındaki farkların iyice yüzeye çıkması, bir yandan Yaz
yüzünden öyle eskisi kadar kolay çekip gidemeyeceğini bilmesi. Bütün bunlar
iyiden iyiye birikmeye başladı Süreyya’da. Ülfet Hala’nın iş teklifini de kabul
etmedi henüz ama başının etini yiyip duran Esma’ya karşı da sabrı iyice
azalmaya başladı. İpek’in mağazadan alışveriş yapmasından daha çok gürültü
koparacak bir olaya hazır olmalıyız, o da Süreyya’nın Ülfet aracılığı ile bir
iş bulması. Hiç durmasın, yapsın bence. Herkes iyileşmek için kendisine ne
gerekiyorsa onu bulmalı ve bunun için kimseye hesap vermemeli.
Sana ne Osman?
Gelelim bölümde en sinirlendiğim sahnelere. Osman’la Dilara
arasındaki olası bir yakınlığa geçen hafta sinir olmuştum zaten ama bu hafta
mesele bundan da çıktı. Dilara ile Osman arasında bunca zaman hiç de fazladan
bir samimiyet, bir dostluk görmediğimiz halde birdenbire en yakın arkadaş
oluvermeleri ve sonunda da Osman’ın üstüne zerre vazife olmadığı halde Dilara’nın
bebeğini aldırmasına engel olmaya çalışması canımı çok sıktı. Dilara’nın
bebeğini aldırması konusu da biraz karışık bu arada, bebek epey büyümüştü bildiğimiz
kadarıyla aldırmak için, bir de bölümün başından itibaren karnı geçen bölüme
göre yok gibiydi, ben bölüm başında gitti sandım bebek. Neyse, bunlara
takılmadan konuma geri döneyim. Dilara
bu bebeğin doğmaması gerektiğini her ne sebepten düşünürse düşünsün, onu
caydıracak insan Osman olmamalı çünkü Osman sen kimsin? En iyi arkadaşı mısın,
bebeğin babası mısın, Dilara’yı yıllardır tanıyan biri misin? Üç beş defa
gördüğün ve bir takım zorluklar sebebiyle evinde kalan bir kadın Dilara, gidip
de yok ‘Hep beraber bakacağız’ yok ‘Yaz’a nasıl baktığını gördüm’ demeler.
Osman’ın bebeği kurtarmak istemesini anlıyorum ama bugüne kadar tanıdığımız Osman
karşısındakinin yerine kendini koymayı da çok iyi bilir ve basmakalıp cümlelerden
fazlasıdır her zaman. Bu bölüm pek değildi.

Team Ülfet
Bölümün en sevdiğim kısmı Adem’le Güneş’in birlikte yemek
yediyi sahnelerdi. Güneş’i sezon başından beri ilk defa sevdim diyebilirim.
Adem’le adeta yaralarını yarıştırdıkları anlar sonunda umarım göreceğiz ki ikisine
de iyi gelecek ve ikisi de yaralarını kanatmaktan vazgeçecekler.
Faruk'un Garip'in oğlu çıkması konusuna değinmek bile istemeden daha güzel bölümler izlemek dileğiyle bu hafta da iyi
seyirler dilerim.