“Yaz
annesi gibi alkışlanmak, takdir edilmek; hayran olunmak istiyor. Demek ki buna
ihtiyacı var. Ama olmamış, korkmuş, hukuk okumuş. Neden?”
Üniversitedeyken sınav haftalarında başımı
masaya kapayıp tüm bunların ne manası var diye düşünürdüm. Okuyoruz, neredeyse
hepimiz, ama neden okuyoruz? Hepimizden sporcu olmamız ya da asker olmamız beklenebilir
mi de hepimizden birer bilgi makinesi olmamız bekleniyor? Bunca şeyi okuyup
ezberleyip sonra kağıtlara geri anlatınca tam olarak ne yapmış oluyoruz?
Zaman geçip biraz daha okuyunca anladım ki
içinde bulunduğumuz çağda insanların okumasına, çocukların bilgilerle
yetiştirilmesine ihtiyaç var. Nasıl ki 1800’lerde 8-9 yaşındaki çocuklar günde
15 saat köle gibi fabrikalarda çaşıştırılıyorsa şimdi de bilginin
kolektifleşmesine ve bilimin içselleştirilmesine ihtiyaç var. Bu yüzden
hepimiz, her birimiz, her bir çocuk önce okumalıyız. Üstelik sadece bilgiyi
toparlamak ve yeni bilgiler üretmek için değil, başka şeylere kafayı takmamak
adına meşgul olmak için de ‘okumalıyız’.
Ama bu yazının konusu bunlar değil. Yaz’ın
zihnini biraz anlamak ve yansıtmak için böyle bir giriş yapmak istedim. Malum İstanbullu
Gelin’de zaman ve düzen değişti. Ama anne-kız ilişkileri ve gençlerin dertleri,
her çağda aynı. Annesini henüz kaybetmiş, kafası karışık sanatçı ruhlu bir genç
kız aşağı yukarı her çağda birbirine benzeyecek. Bu yüzden Yaz’ı ve Süreyya’yla
arasında ne geçtiğini; ne geçmiş olabileceğini anlamamız gerekiyor.
“Notlarım
iyi. Sorduğun buysa.
Ama kimse iyi not aldın diye seni
alkışlamıyor.”
Üniversitedeki sınav haftalarında düşündüklerimi
biraz daha büyüyene kadar çok da anlamlandıramadım, bir yerlere oturtamadım. Biraz
da ergenvari, isyankar ve alışılageldik çıkışlardı. Ama başka bir düşüncem daha
vardı. O biraz daha içten gelen makul bir acıydı: “Bu sınavdan yüksek not aldım
diye kimse beni alkışlamayacak.”
Ben Yaz’dan farklı olarak futbolcuları
koyardım masaya. Belki de daha büyük kalabalıkların karşısına çıkıyorlar, daha
çok insan onları tanıyor diye. Tüm hafta antrenman yapıyorlar, yoruluyorlar,
sıkılıyorlar ama sonunda sahaya çıkıyorlar. Onbinlerce hatta milyonlarca
insanın önüne. Alkışlanıyorlar, adları çağırılıyor, uğurlarına marşlar
yapılıyor. Peki sen, sen ne yapıyorsun? Sınava girip puan kazanıyorsun… Aslında
Yaz’ın durduğu yer tam da burası. Annesini yeni kaybetmiş bir kızın tüm bu
hayat sorgulaması karşısında, büyüme sancıları çağında onu yalnız bırakan annesinden
nefret etme aşamasına tanık oluyoruz. Acı
çekiyor ve bunu dışa vurmak zorunda. Maalesef buraları biliyorum çünkü ben de bulundum...
Yaz annesi gibi alkışlanmak, takdir
edilmek; hayran olunmak istiyor. Demek ki ‘buna’ ihtiyacı var. Ama olmamış,
korkmuş, hukuk okumuş. Neden?
Sezonun ilk bölümünde Süreyya’yı terapi
koltuğunda görmüştük. “Belki de anne olmamam gerekirdi. Kayboldum,” diyordu.
Yaz’ın söylediklerini izleyince aklıma Esma'nın vakti zamanında Süreyya’ya
söyledikleri geldi. “Sen nasıl annelik yapılacağını bilmiyorsun. Anneliği
senden mi öğreneceğim?” diyordu. Ona “aile olmanın” kendince ne demek olduğunu
anlatmaya çalışıyordu. Hiç unutmuyorum, “Sen büyük laflar eden büyümemiş bir
ergensin!” demişti Süreyya’ya. “Tabii senin aile olmaktan anladığın bu. Ama sen
de kabahatli değilsin tabi. Anneni babanı erken yaşta kaybetmişsin. Kimden
öğrenecektin ki aile olmayı? Aile olmak, kafasından geçeni bir nefeste anlamak
demektir…”
Ve fakat Süreyya, Esma’nın haksız
çıkacağından; Esma gibi bir anne olmayacağından emindi. Çocukları ondan nefret ederek
acılar içinde büyümeyecekti...
Bildiğimiz kadarıyla Süreyya çok küçük
yaşta ailesini kaybetti, annesi çok erken gitti. Nasıl annelik yapılacağını;
bir annenin günlük işleri, barış zamanlarını nasıl yürüteceğini ve savaşlar
arasında nasıl kriz yönettiğini görmedi. Önünde rol çalacağı bir model olmadan bugünlere
geldi. Ve anlaşılan o ki anne olduğunda bildiğimiz Süreyya’dan bilmediğimiz bir
anne çıkıverdi.
Yaz’ın üstüne basa basa vurguladıklarını
düşününce Süreyya’nın sanki biraz baskıcı bir anne olduğu gibi bir sonuç
çıkıyor. Yine de bunu annesini yeni kaybetmiş, 19 yaşında kafası karışık bir
kızın anlattığını atlamamak lazım. Durum Yaz’ın gördüğü gibi değilse bile
anlaşılan o ki Süreyya başarılı, kendi ayakları üzerinde duran iyi bir müzisyen
olmuş yıllar içinde. Geçen sezon izlediğimiz ışığını kaybetme hikayesi
Süreyya’nın kendini bulmasıyla nihayete ermiş. Belki de bu yüzden başarılı bir
annenin kızı olarak Yaz, kendine kompleksler geliştirmiş. İstediği bölümü
seçememekten, artık “hiç değilse” adını seçmek istediğinden, kıyafetini
kendisinin tasarladığından bahseden ilgiye muhtaç bu kız, ya ilgiye hasret
kalmış ya da annesinin gördüğünün yanında kendisine gösterilen ona yetmemiş.
Ama Süreyya’nın ne yapacağını bilmediği
ergen kızıyla uğraşmakta neden bu kadar zorlandığı da düşünmek gerek. Yaz’ın
ergenliği ve muhtemelen kendi geliştirdiği özgüvensizlikleri yanında
Süreyya’nın nasıl bir anne olduğunu da sorgulamak lazım. Belki yukarıda
bahsettiğim gibi Süreyya da iyi bir anne olamamıştı, küçük Emir’le anlaşmak
kolaydı ama belki büyüyen kızını zaptedememiş ve sorsak tercih etmeyeceği
yaptırımlar getirmek zorunda hissetmişti. İlerleyen bölümlerde mutlaka
göreceğiz; yaşananlar onu kontrolcü, baskıcı ya da kızıyla nasıl baş edeceğini
bilmeyen çaresiz bir anne, gördüğümüzden farklı bir Süreyya haline getirmiş
olabilir yıllar içinde.
Karşımızda annesini kıskanan, kendiyle
henüz barışamamış yetenekli bir genç kız var. Anlaşılan o ki kendi tercihlerini
yapmaya kendi isteklerine göre karar vermeye korkmuş. Bu korkunun bir kaynağı
olmalı. Çünkü insan durup dururken korkmaz. Kendinden gelen ya da dışardan onu iten
bir sebep olmalı. İki ihtimal var gibi: Annesine gösterilen ilgiden korkuyor; Süreyya
kadar iyi olamayacağını düşündüğü için ya da bizzat annesinden; bizatihi
Süreyya’nın kendisinden.
Yaz’ın bu öfkesi ergenliğinin getirdiği
nefret kadar annesinin tutumlarından da geliyor olmalı. Kendi istediği kararları
verememiş, korkmuş; korkmaya alışmış bir genç kız izliyoruz. Annesinin verdiği
adı, giymesini istediği kıyafetleri kullanmak istemiyor. Ama onun gibi
olamadığı için annesine öfke duyuyor. Annesi de artık onu terk edip gittiğine
göre kendi kararlarını alabilmekten bahsediyor artık. Kendi istediklerini yapmaktan
ve özgür olmaktan. Annesi gibi olmadan annesi olmaktan...
Tasarımcı olmak istemesine rağmen cesaret
edemeyen, cesaret etmekten korkan bir kız var karşımızda. Annesi her şeyin en
iyisini yaptığı için herkesin ona gülmesinden korkuyor. Bu kızın takdir
edilmeye, alkışlanmaya, beğenilmeye ihtiyacı var. Ama korkuyor. Kendi
kararlarını almaktan uzakken, birinin onun yerine karar vermesine ihtiyaç duyarken
annesinin onun yerine verdiği kararları yaşamaktan da hoşnutsuz. Annesiyle
kaybedeceğini bildiği, asla kazanamayacağı bir savaşta. Ve artık Süreyya yok.
Ömrü boyunca uğraşacağı bir derdi daha var artık.

Saçını atışı bile annesiyle aynı.
Bitirirken Süreyya ve Yaz’ın ilişkisinde
Süreyya’ya dair söylemek istediğim birkaç şey daha var. Süreyya birçok zor
zamanda olduğu gibi yine ailenin kendini toparlaması ve soluklanması için
kendini ortaya atmış durumda. Ancak iki bölümdür öyle bazı anlar var ki
Süreyya’nın bakışlarından ileriye dönük çok büyük sorun sinyalleri yayılıyor.
Süreyya’nın içinde biriktirdiği ve doğru zamanda yaşamadığı için sonradan çok
büyük sıkıntılara gebe olacak gibi görünen sorunlar var. Çünkü zamanında
yaşanmayan acı insanın içinde yer ediyor. Herkes kötüyken Süreyya dimdik ayakta
durmak ve diğerlerini de kaldırmak için çok büyük bir çaba sarf ediyor. Ancak bunun
bir sonu var. Tüm bu süreçten ve Yaz büyüdükten sonra Süreyya’nın ciddi
psikolojik sorunlar yaşadığı aşikar. Anne olmak ya da olamamak veya Yaz’la baş
edememekle ilgili bir şeyler yaşanmış . İlk bölümde kısacık bir anını gördüğümüz
terapi sahnesi bunu gösteriyor. Ve yanına şerh koymak kaydıyla Yaz’ın
söyledikleri.

Vaktinde yaşanmayan acılar…
Süreyya’nın bu bölüm Faruk’la kavga ederken
“Benim hak ettiğim muamele bu değil” deyişi aslında gelecekte Süreyya’da ortaya
çıkacak sorunların habercisi. Çünkü Süreyya olağanüstü bir durumda insanüstü
bir çaba göstererek kocasını ve ailesini ayakta tutmaya çalışıyor. Ki Yaz’ın bu
şartlarda doğduğunu ve Süreyya’nın onu bu koşullar altında büyüttüğünü ve
aslında bunun da bir travma olduğunu gözden kaçırmamamız lazım. Vaktinde
yaşanmayan bir acı Süreyya’nın içinde yer ediyor.
Önümüzde gerçek bir anne-kız çatışması ve
ergenlik hezeyanları eşliğinde büyüme sancıları var. Yaz’ın beğenilme arzusu,
kompleksleri ve Süreyya’nın ötelediği sıkıntıları arasında bir aralar
kaybettiğinden korktuğu ışığı altında üzücü bir annelik deneyimi izleyeceğiz
gibi duruyor. Süreyya’nın hataları olmuşsa bile Yaz’ın bir gün onu anlayacağı
muhakkak. Belki sonra onu da izleriz…