Ve sanırım biz de öpüldük!
İşte biz de arka camdan görünen o silüetleriz.
Normalde pazartesi günleri misafir kabul etmemeye çalışırım. Tabi, gelene gelme diyecek biri de değilim. İşte memleketten eş dost geldiler. Çaydır, kektir Allah ne verdiyse atıştırıp bir yandan da muhabbet ettik. Ama Karadayı’yı izledim elbette. İnsanlara gelme, diyemediysem de kumandayı elime alıp gözlerimi de televizyona kilitleyebilecek kadar nezaketsizlik yapabildim. Neden anlatıyorum bunları peki? Çünkü bu bölümü izlerken hiç zevk almadığımı söylemek istiyorum ama Karadayı’ya kıyamadığım buna için kendimce bahaneler üretiyorum.

Pek güzel olmuş kızımız, değil mi babası?

Söylediğim gibi bu bölümü bölük pörçük izledim. Eskiden olsa el ayak çekilince koşa koşa bilgisayarın başına geçer tekrar tekrar izlerdim. Şimdi ise merak edip tekrar izlemek istediğim sadece Nazif Baba ve Songül’ün gelinlikçideki anları vardı.  Sanırım Safiye Anne ve Nazif’le birlikte yavaş yavaş bizim heyecanımızı da öldürdüler. Ben böyle söylüyorum ama biri çıkıp Karadayı için bunları söylese çatır çatır savunmaya geçerim. Zaten heyecan dediğimiz şey de bir nevi Turgut değil mi? Öldü sanırsın ama bir bakarsın dönüvermiş.

Turgut demişken, kabul etmemiz gerekir ki onun gibi bir adam, hazır herkes onu ölü sanırken ve keyfince yaşayabileceği kadar çok parası varken, başka bir diyara gidip de özgürlüğünün tadını çıkarmıyorsa, “ben geldim cancağzım” diye herkesin karşısına çıkıyorsa bir bildiği olmalıydı. Yani adam diziye hemen yakalanıp idam edilmek için dönmedi haliyle. Buna söyleyecek bir sözüm yok. Aslında bu bölümün sıkıcılığının bir sebebi biraz da bu. Yani senarist hanımların hakkını da yemek istemem. Ölüyü dirilip, bu durumu “olabildiğince” mantıklı bir şekilde diziye dâhil etmek çok da kolay olmasa gerek.

Aha! Turgut'un çıplak fotoğrafları. 

Fakat üç sezon oldu daha Mahir giriştiği bir işte başarılı olup da alnının akıyla çıkamadı ya ben buna yanıyorum. Bu adam o parmak izini ta üçüncü bölümde bulmuştu. Serra’nın ifadesini bulmuştu. Serra’yı konuşturmuştu. İfade suya düştü, suyu da Turgut içti, Serra’yı aldı dağa kaçtı. Dağ da yandı bitti kül oldu. Ben o zamanlar Mahir için “basiretsiz kahraman” diyordum. İkinci sezonda bir şekilde babasını kurtarıp tam bu lakaptan yırtıyordu ki bütün planlar havaya uçtu. İzlemeye doyamadığımız, fotoğraflarına bakarken bile güzümüzü güldüren şahane çiftimiz Mahir ve Feride’yi doğru düzgün göremez olduk. Onları özlüyoruz. Bunun yanında, kabadayı âlemi diye gösterdikleri insanlar yavaş yavaş geri çekiliyorlar. Bu güzel bir şey, onları hiç özlemeyeceğiz. Turgut’un gelişiyle kötüler hanesine bir kişi daha yazıldı.

Bunların hepsine eyvallah. Ama biz daha birkaç bölüm önce, yaşadığı taciz yüzünden Mahir’in kollarında ağlayan ve hepimizi duygulandıran Belgin ile Ayten’e tecavüz eden Turgut’u bir ekip olarak mı göreceğiz? Ve bu ekip yeni kurulmuyorsa eğer üçüncü sezonu izleyen bizler adeta Belgin tarafından öpülmüş Mahir gibi kalmadık mı?

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER