İstanbullu Gelin’in 48.bölümü benim için bugüne kadarki en
özel bölümlerden biriydi zira bölümü izlediğim sırada bekar biriydim ve bu
satırları yazarken artık evliyim, arada bir düğün yaptık geldik. Kafada bir
milyon düşünceyle bölümü tam bir konsantrasyonla izleyemediysem de yazmadan
geçmek istemediğim bir takım sahneler vardı, bahsedip gideceğim.
Bunların ilki elbette Adem ve
terapisti arasında geçen kader motifi konuşmasıydı. İzlediklerimizi sadece bir
dizi sahnesi olarak değerlendirmek çok haksızlık olur, hepimizin oturup
düşünmesi gereken ve kendimizle yüzleşebilirsek yaptığımız birçok yanlışı
anlamamıza yardımcı olabilecek sahnelerdi. Kader motifi konusunu daha derin
dinlemek isterseniz dizinin uyarlandığı kitabın da yazarı olan Dr. Gülseren
Budaycıoğlu’nun konuyla ilgili Youtube videolarını da izleyebilirsiniz, tavsiye
ederim. Hayata nasıl kendi ezberimizden baktığımız ve bu yüzden belki de çok güzel
olabilecek neleri kaçırdığımızı, her şeyi kişisel görmekten vazgeçmeyi
başarabilirsek aslında ne kadar büyük bir yükten kurtulacağımızı nasıl da güzel
duyduk ekranın orta yerinden, tane tane, sakin sakin ama çok da net. Tilbe
Saran ve Fırat Tanış o kadar şahane oyuncular ki gerçek bir doktor
dinlediğimizden ve Adem’in de çok iyi tanıdığımız bir adam olduğundan bir an
bile şüphe etmedik. Yine de özellikle ‘Hayat size pusu kurmuş bir canavar bile
olsa, siz onu öyle görmeyi bırakırsanız, değişecek. Siz öyle bakmaktan
vazgeçerseniz hayat size kim bilir nasıl sürprizler sunacak.’ cümlesini sadece
bir dizi sahnesi olarak düşünmemenizi dilerim. Adem’in terapilerini kim akıl
ettiyse onun, yazanın, yönetenin ve oynayanların eline sağlık, ıslak bir
balkonda çay içer gibi ferahlıyoruz her seferinde.

Kızım sen ne istiyorsun?
Gelelim dizide bu cümleleri
duymaya belki Adem’den bile daha çok ihtiyacı olan birine yani İpek’e. Nasıl
bir insansın ki sen İpekçim, aynı anda hem kocana, hem aralarına girmek için
ölüp bittiğin aileye, hem Süreyya’ya, hem Adem’e, hem zaman zaman kendi ailene
bile nefret besliyorsun ve hepsini aynı anda kandırmaya çalışıyorsun? Bir an
Süreyya ile çok iyi geçiniyorsun misal ve iki dakika durup baksan göreceksin o
an aslında ne kadar mutlu olduğunu ama yok, beş dakika sonra ‘Ayy, Faruk senin
yüzünden mi konuştu Adem’le?’ deyiveriyorsun. Bir an inanacak gibi oluyoruz
Fikret’i tekrar kazanmak istediğine ama yok, gidip Adem’le işbirliği yapmaya
çalışıyorsun bir yandan da, üstüne bir de babana Boran Jet hissesi aldırıyorsun
zorla. Kırk tarakta bezin var ama aslında bir tanesi bile çalışmıyor. Neden
böylesin İpek? Bir dur, bir düşün, bize de bir nefes yeri bırak. Bakalım Adem aileye
dönmeye karar verirse ne yapacaksın?
Faruk’u yerde öylece yatarken
bıraktığımız (bu arada Süreyya dışında da kimsenin onu merak etmemesi, herhalde
o da Akif’i arayacak öylece barışacaklar) bir bölüm sonuyla bir sonraki bölümü
merakla bekleyeceğiz. İyi seyirler dilerim.
*Başarırsak dünyanın en şanslı insanı olacağımız cümle