Yayına çıkan işin eksiklerini görebilen, aksayan yanlarını
toparlamak için çabalayan, yeni çözümler üreten ekiplere saygım büyük. İşin
verdiği duyguyla ilk bölümde beni yanına alan fakat ilgi çekici çatışmasına
rağmen hikayesinde oturmayan kısımlarla korkutan İnsanlık Suçu, an itibariyle
tüm korkularımı bertaraf etti. Dün akşam izlediğimiz dördüncü bölüm, bir nevi
sünger çekmişti geçen bölümlere. Özellikle ikinci yarıyı soluksuzca izledim!
İtiraf etmeliyim ki, geçen hafta izlediğim bölüm sonrasında
biraz kalbim kırılmıştı. Şimdi ise kırıklarımı onardım, umut yüklendim ve gün
saymaya başladım.
Baba-oğul çatışmasının, oğullar arasındaki anlaşmazlıktan
açılmasını sevdim. İlk bölümdeki performansını hiç beğenmediğim Serkay Tütüncü de
Gökhan karakterini benimsemiş, özellikle Neslihan’ı dövdükten sonra annesini
aradığı sahnede kendisini çok beğendim.
Gökhan karakteri, iyi oynanmak zorunda olunan bir karakter. Bazı karakterlerde oyuncuların performansları içime sinmese de sesimi
çıkarmayabilirim. Mesela Esra öyle. Ne karakterin tutunduğu dal içime
siniyor, ne de Cansu Dağdelen’in oyunculuğu. Ama bütüne baktığımda Esra’yı
tolere edebiliyorum. Fakat Gökhan, yükseldikçe yükselmesini istediğim bir
karakter. Baktığınızda dikkat çekici, merak ettirici hiçbir tarafı yok. Yediği
önünde, yemediği arkasında yetiştirilmiş bir erkek. Ama… Bulunduğu nokta
İnsanlık Suçu’nun tüm karakterlerine temas ediyor. Bu da benim Gökhan’ı ‘cazibe
merkezi’ görmem için yeterli ve elbette karşılığı beklememin de sebebi.
Misal Emel’i kabullenmem Gökhan sayesinde oldu. Üç haftadır
oldukça karton bulduğum Emel karakterinin motivasyonuna inanırken, Gökhan’ın
hayatından çaldıklarını ve çalacaklarını da görmüş oldum.
Emel, doğru yanlış düşünmeden evladı için her şeyi yapabilen
bir anne. Hülya’yla çatışması, Cemal’e olan nefreti, Suna’ya karşı acımasızlığı
ve daha sayamadığım her şey bu olgu üzerinden açıklanabilir. Hatta biraz
ileriyle gideyim, Sami ile evliliğinin devamında bile önemsediği en büyük şey
Gökhan belki de. Gökhan’a verdiği zararların bence farkında, fakat dönülmez bir
yolda. Emel’in bu tavırlarının altında da bir dram yatıyor muhtemelen. Belki de
kendisi de Suna gibi bir hayata sahipti. Her şeye sahip ama hiçbir şey kendinin
değil…
Emel’in Suna’ya olan acımasızlığı, bölümde izlediğim en
güzel kısımlardan biriydi. Kadın çatışmasını severim. Ana karakterin oradan
oraya savrulmasını da. Hala Suna ve Cemal arasında ilgi çekici bir hikaye
kurulamadığı için Suna’nın oyuna Emel ve Gökhan sayesinde dahil olmasına da
karşı değilim. Bu noktada tek korkum, aşkı iliklerine kadar hissettirmeyen bir
hikaye seyirciyi tatmin eder mi? Beni tatmin eder. Ama tek başına benim
beklentilerim, panelin beklentileriyle örtüşür mü? Sanmıyorum. O sebeple ana
hatlar bu denli toparlanmışken acilen CemSun’a dair bir kıvılcım görelim
isterim. Bölüm aralarına serpiştirilen sahneler, o kısımda yeterli kalmıyor
bence.
Yeterli gelmeyen bir diğer kısım, Sami Gökdemir’in misafir
gibi salınıp durmasıydı. Ki bölüm sonunda gördüğümüz üzere o da artık olması
gereken yerde, hikayenin göbeğinde! Evladının yıllarca yoksulluk içinde
yaşamasına göz yuman Sami Gökdemir’e kızgınım. Sami
Bey, gri bir karakter. Bu griliğin tonu nereye doğru uzanacak, çok merak
ediyorum. Gökhan'ın yaptıklarının üzerini bir kez daha örtmemesi hoşuma gitti ama burada tek niyeti Emel'in canını yakmaksa, ona laflar hazırlarım.
Gökhan’ın Neslihan’ı işaret edecek şekilde yerleştirdiği
biblo detayına dair birkaç şey de yazmak isterim. Böyle ince hareketleri
severim. Nihayetinde Cemal, evi arayarak da Neslihan’ı bulabilirdi ama bu detay
hem rejinin inceliğine, hem de Gökhan’ın karakterine işaret eder. İyidir.
Çok iyi bir bölüm izledim akşam. İzlediklerimin reyting
listesine yansımasını kalpten dilerim. Gelecek haftayı sabırsızlıkla
bekliyorum, tüm ekibin emeklerine sağlık!