Mucize diye bir şey var mı?
İstanbullu Gelin’in 45. bölümü tam anlamıyla Adem’in bölümüydü benim için. Fırat Tanış’ın çok şahane oyunculuğu ile her saniye yüreğimizi hoplattı Adem. Karanlık geçmişinden ve cümle acılarından kurtulmaya kararlı ancak en ufak bir engel görürse geri adım atabilecek kadar ürkek, sevinirken kılına zarar gelmesin diye pamuklara sarıp sarmalamak isteyeceğimiz kadar hassas bir Adem izledik bölüm boyu ve bölüm sonunda o yıkılınca hepimiz yıkılmış sayıldık, öyle tarifsiz kırıldı kalbimiz.


Mangalın elbette aile olmakla bir ilgisi var

Son sahneye gelmeden önce biraz mutlu anlardan da bahsetmek isterim elbette. Geleneksel Boran pikniğine davet edilen Adem’in konağın kapısından içeri girdiği andan itibaren o tedirgin duruşu, kardeşlerinin yanına gidip gitmemeye emin olamayışı, Faruk ona ‘Mangalı yakmak büyüklerin işi’ deyince yüzünde beliren o ifade, hepsi yüreğimize atılan kedi tırmıkları olarak kaldı. Mutluyuz ve güleceğiz onlarla birlikte ama işte her an elimizden kayıp gidebilecek bir mutluluk bu. Hayatında ilk defa kendini ait hissetmek istediği bir aile bulan Adem’i unutulmayacak bir performansla canlandırdı Fırat Tanış, bundan sonra izleyeceğim her dizi için bir referanstır Adem Boran. Saçlı sakallı kocaman bir adam sessiz film oynarken takıma seçildi diye ağlıyorsak, bunu yazan da çeken de oynayan da kayıtlara geçmeye değerdir kanımca. Sonra Esma Sultan’ın ‘Hoş geldin’ konuşmasından sonra konağa girip ilk defa bir evi olmuşçasına salonu gezen, babasının fotoğrafına ilk defa bu gözle bakan Adem’in, Fikret’i teselli etmek için kurduğu ‘Mucize diye bir şey varmış’ cümlesindeki o ‘Mucize diye bir şey olsun n’olur’ tonu o kadar işledi ki içime, cümleyi duvara yazasım geldi.


Sevmek > yönetmek 

Piknikte en çok hoşuma giden sahnelerden bir diğeri de, onca karmaşaya, tüm o kalp kırıklıklarına ve bizzat kendisinin yakıp döktüklerine rağmen hepsi bir şekilde hayatta kalmaya çalışan ailesine muzaffer bir komutan gibi bakan Esma Hanım’dı zira bu bakışlarda artık sadece kontrol etme değil, şefkat de vardı, onları koruyup kollama da. Bu koruyup kollama ‘Aman Boran adımız yerle bir olmasın’ değildi ama artık, sevdiklerini gözünden sakınmaydı. Aşkın bir insana ne kadar iyi geldiğinin net bir göstergesi daha.


Çok da güzel oldunuz, pek de güzel oldunuz 

Yıllar önce Aşk-ı Memnu’da Firdevs Hanım’In Elif’in Paris işini iptal etmesi gibi bir hareketi oldu yalnız, Süreyya sahneye çıkmasın diye grubun konserini iptal ettirdi ama işte eski Esma olarak yapmadı bunu. Tam tarif edemiyorum bu duyguyu ama Süreyya’nın da hışımla girdiği odadan ona sarılarak çıkmasına sebep olan şeydi bu fark. Süreyya Esma için evlatlarından biri artık. Ona zulmetmeyi bırakacağı anlamına gelmiyor bu maalesef, çocuklarına yaptıklarını da görüyoruz nihayetinde. Ama artık Süreyya aileden biri ve bence çok tatlı bir aile oldular. Bir de Süreyya'nın Faruk'a 'Ben sen işe giderken böyle mi yapıyorum?' konuşması çok tatlı değil miydi, ne güzel anlattı derdini ve ne güzel ikna etti Faruk'u. Elbette bir kadının işini yapmak için kimseyi ikna etmesine gerek yok ama işte Süreyya'nın Faruk'u ikna etmek istemesi ve onu arkada sinirli bırakmaktansa anlaşmalarını umması çok normal, öteki türlüsü inandırıcı olmazdı. O yüzden bir konuyu değerlendirirken sadece 'Nasıl olmalı?' diye değil, 'Süreyya nasıl davranırdı?' diye bakıyorum, diğer dizilerde de aynı şekilde. Karakter tutarlılığı konusunda İstanbullu Gelin en firesiz dizilerden biri. 


İyileşin ikiniz de 

Gelelim canımın içi Osman’a. Nihayet Faruk’la konuştular, anlattı Osman kendini ama asıl derdi bu açıklamaya ihtiyaç duyulmasıydı zaten aile içinde ve bu yüzden Irak kararından vazgeçmedi. Bu sırada içip içip  Osman’a söylediklerini nihayet hatırladı Burcu ve eşyalarını toplayarak evden ayrıldı. Kurduğu cümleler, hayatı boyunca sevgi beklediğini anlatması ve odaya gittiğinde bile Osman peşinden gelecek mi diye bakması o kadar üzdü ki beni, Burcu’ya bile sempati beslemeye başladım bir an. İstanbullu Gelin’in en büyük numarası bu zaten benim için, en olmadık insanları bile anlamaya başlıyorsun ve bu sana hayatla ilgili bir şeyler anlatıyor. Osman’ın da çok üzülse de Burcu’nun gidişini engellemeye çalışmaması ilişki ile ilgili durumunu gayet net anlattı. Şimdi ne yapar bilemiyorum elbette ama bir süre kendi kendine kalması belki de en doğrusu.


Don't mess with Teyzoş 

En içimi ısıtan sahnelerden bir tanesi de Senem’in Dilara ve Süreyya’yı barıştırmayı görev edinerek Yin Yan (yiyin-yan yana olun) pastası getirmesiydi. Diziyle ilgili çok sevdiğim şeylerden biri de mevzular arası geçişlerin doğallığı. Hiçbir sahne olmuyor ki ‘Bu ne alaka ya?’ diye sinir olalım. Bir de sanki hep o karakterlerle berabermiş gibi bağlayabiliyoruz sahneleri. Hamilelikten hormonları tepesinde gezen bir Senem düşünüyoruz mesela, o sinirle gelmiş kursu basmış, kızları barıştıracak. Bundan daha normal ne olabilir, değil mi? Böyle minik minik sahneler çok gerçekçi hale getiriyor diziyi.

Sahne olarak çok etkileyici olsa da Fikret ve İpek’in bebek yapmaya çalışması konusunda ufak bir eleştiri yapmadan duramayacağım yalnız zira o bebeği yapmak için daha makul yöntemler de seçebilirlerdi ve daha gerçekçi olurdu. Neyse, dilerim bir an önce iyileşsin Ada.

Faruk’u sevmem ama Adem konusunda iyi niyetine inandım bu bölüm. Dilerim Adem de son duyduklarını değerlendirirken biraz uzaktan bakabilir konuya. Bakalım ne yapacak? İyi seyirler dilerim. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER