İstanbullu Gelin, 43. bölümüyle de şahane bölümler serisini
bozmadı, insanın içine işleyen sahneler ve cümlelerle dolu bir bölümdü. Yazanın,
yönetenin ve oynayanların ellerine sağlık. Tüm bölüme bayılsam da benim için
bölüme en çok damga vuran sahneler Süreyya’nın Dilara ile olan kavgaları
sonrası Dilara’nın söylediklerinin bir kısmının ne kadar da doğru olduğunu fark
ettiği anlardı.
İnsanın en zor yüzleşmeleri kendisiyledir hep, Süreyya için de
böyle oldu. Evet, en yakın arkadaşı, kardeşi Dilara’yı kaybetmenin eşiğine
gelmesi zordu ve canını çok yaktı ama onu asıl üzen, Dilara’nın onu hayallerini
satmak konusunda suçlaması oldu. ‘Sen sahneye çıkıp bir şarkı söylemeyeli ne
kadar oldu?’ sorusunu duyunca anladı Süreyya hayallerinin ne kadar uzağına
düştüğünü. Bilerek ve isteyerek yapmadı bunu belki ama önceliği hep Faruk oldu,
konakta yaşananlar oldu, zaman zaman Esma Sultan bile oldu ama kendisi olmadı. Bir
Boran gelininin sahneye çıkmasının yakışık almayacağı fikri ile dalga geçti
başta, buna direndi ama sonunda bir baktı ki bunu kabullenmiş. Yine de insan
içi neyse onu değiştiremez, Süreyya da eve kapanıp Esma Hanım’la gezmelere
gidecek bir kadın olmadığını hatırladı nihayet ve Faruk’a bunu söyledi aylar
sonra. Tam da o sırada Esma Hanım da konuşmaya orta yerinden girip ‘Sen tam
Boran olmuşsun’ demedi mi, herhalde Süreyya’ya edilebilecek daha büyük hakaret
yoktur hayatta. Boran olduğunu, Boran olmayı bir kâbus haline getirmiş kadından
duymak kendine ihanetlerin en büyüğü değilse nedir?

Müziği kıssan da şu kızı gerçekten bir dinlesen
Peki Faruk ne yaptı? Çalgıcı çengici toplayıp Süreyya
şarkısı çaldırdı yine. Farukçum, her başın sıkıştığında bunu bu şekilde
halledemezsin. Her seferinde aranızdaki aşka sığınamazsın. Süreyya’yı olduğu
gibi kabulleneceksin, ancak böyle mutlu olabilirsiniz gerçekten. Ancak ikiniz
de kendi doğanızı özgürce yaşarsanız yürür bu ilişki.
Faruk'a bakarken Adem- temsili değil
Faruk’un bu bölüm tek vukuatı Süreyya ile değildi tabii.
Aşırı her şeyi bilen biri olduğu için Adem’e gitti mangalı, çalgıcıları ve
öteki Boran kardeşleri de alıp. Adem’in yarası o kadar derin ki Faruk’un bunu
anlamanın yanına yaklaşmasını bile beklemiyorum elbette ama mevzuya bir nebze
de olsa saygı gösterse çok memnun olacağım. Adem’e kaçırdığı hayatı hatırlatıp, o yarayı kanırttıkça kanırtmak neye merhem olacak acaba çok merak ediyorum. Ne
yaptığını sanıyorsun Faruk?Şimdi tanıdıkça görüyorum da sen resmen küçük bir Esma Sultan’sın aslında. Her bakışı, her kelimesi, sesinin her tonuyla
içimize işleyen bir Adem olan Fırat Tanış’a diyecek kelimem yok açıkçası. Fırat
Bey, canımıza kastınız var adeta son haftalarda. Adem çok mutlu olsun diye
dualara kardım Allah sizi inandırsın. Siz oynayın biz izleyelim, hep.
Banyo şeffaf olmayaydı bari
Gelelim bölümün en romantiklerine. Hayatta en güvendiği
insanlardan biri- belki de en güvendiği- olan Nurgül’ün kendisini bırakıp
gideceğini öğrenen (bunda bu kadar şaşıracak ne vardı bir de onu anlasam) Esma,
nihayet kendi hayatını yaşamaya ve başkalarına da rahat vermeye karar verdi. Tabii
kendisi bunu rahat vermek olarak adlandırmaz, nankör bir grup insana gereken
dersi vermek olarak tanımlar. Neyse, Esma ilgili konuşacağımız şey bu değil bu
hafta. Kaderin ağlarını örmesi sonucu sevdiceği ile bir otel odasında kalmak
zorunda kalan ve muhtemelen yılardır uyuduğu en huzurlu uykuyu uyuyan Esma’dan
bahsetmek istiyorum. Ne kadar yakışıyor ve iyi geliyor sevilmek her insana. Çok
mutlu olsun Esma ve Garip, her şeye rağmen hak ettiler bunu.
Bir an önce iyileş Ada
Bölümün en kötü haberi Ada’dan geldi. Doktorun bir kan
hastalığından şüphelendiği ve olası bir ilik nakli ihtiyacı için ‘Bir kardeşi
olsa bu kadar endişelenmezdim’ dediği Ada, anne babasını büyük bir acı ve zor
bir kararla bıraktı. Elbette evlatları için yapmayacakları şey yok onların da
ve aralarında ne olursa olsun bir kardeş yapmaya çalışma ihtimalleri yüksek. Bir
dizi için klişe bir durum aslında ama İstanbullu Gelin ekibine güvenim o kadar
yüksek ki, burada da aklımıza gelmeyen şeyler olacağına eminim. Bir de çok ufak
bir konu belki ama mesela doktora isminin yanına ‘abi’ getirerek hitap
ediyorlar ya, bir anda bir dünya kuruluyor gözümüzün önünde. Bursa’nın saygın
bir doktoru, ikisinin de çocukluğu elinde geçti muhtemelen ve şimdi de onların
çocuklarına bakıyor. Bu ufak ufak şeyler dizilerde ortama yabancılaşma ile
ortamı benimseme arasında o kadar büyük fark yaratıyor ki ve İstanbullu Gelin
buralardan hep tam puanla geçiyor. Bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek?
İyi
seyirler dilerim.
*âlemin özüsün sen, varlıkların gözbebeği olan insansın sen,
diye devam eden şahane bir Şeyh Galip dizesi. Tamamını okumanızı öneririm.