Kardeşlik derin mevzudur, kardeşi olan için de olmayan için
de. Kardeşleriyle can ciğer kuzu sarması olan da vardır, kardeşiyle yıllardır küs
olan da, arkadaşlarını kendine kardeş bilmişi de vardır, kardeş bildiğinin hiç
de öyle olmadığını anlayıp kendine gelmesi yıllar alan da. Kardeşliğin
dokunmayacağı insan yoktur. İstanbullu Gelin’in
42. bölümünde Osman ve Faruk arasında geçenlerin hepimizi çok derinden
yaralaması da bundandır.
Osman üzülünce biz de üzülmüş sayıldık
Âlemin en duygusal, en hassas, en kırılgan adamı Osman’ın
ilk günden beri kimselere göstermeden (en azından göstermediğini sanarak)
kalbinde taşıdığı Süreyya sevgisini, o koca saçlı şuursuz Burcu’nun içip içip
Osman’ın suratına haykırması ve Faruk’un da bunu duyması ile Boran konağında
bir direk daha yıkıldı aslında. Burcu’nun ertesi sabah ayılınca hatırlamadığı
bu hadsizliği, Osman’ın canına mal oldu bir nevi. Çok kıymet verdiği abisi Faruk’un
onun yüzüne bile bakamamasına mı üzülsün, Faruk’tan bile önce görüp âşık olduğu
kadına aşkını sonsuza kadar bir yük gibi taşımak zorunda oluşuna mı? Süreyya’nın
bunu öğrenme ihtimaline mi yansın, bu mahcubiyeti kimse duymasa bile hayatı
boyunca yaşayacağını bilmesine mi? Osman, bir Osman olduğu için cevap d-) hepsi
elbette. Üstüne bir de Burcu’ya bile kızmadı, ‘Ben seni bu ilişkide fazla
yalnız bırakmışım’ dedi ya, ne yalan söyleyeyim ekrandan doğru bir tane vurmak
istedim kafasına. Burcu değil mi tüm bencilliği ve ilgi budalalığı ile hayatına
zorla dâhil olan, sana Mc Hammer montları giydirmeye çalışan? Bırak gitsin Osman’ım,
çok rica ediyorum senden. Tabii bu arada Güven Murat Akpınar’ı da kınıyorum ve
ona laflar hazırladım, o ne şekil bir oyunculuktur ki Osman yandıkça biz bin beter
yanıyoruz?
Normalde hödük bir insan oluşuyla tanıdığımız Faruk var hikâyenin
diğer ucunda da. Kendisinin de net bir şekilde ifade ettiği gibi, başkası olsa
ağzını gözünü kırardı muhtemelen ama konu Osman olunca yapamadı. Yine de oturup
kardeşini dinleyecek kadar sakin de olamadı ki Faruk gibi bir adam konunun
üzerinden hiç zaman geçmeden böyle bir olgunluk gösterse inandırıcı bulur
muyduk bilemiyorum. Osman nasıl tam kendisi gibi davrandıysa, Faruk da aynını yaptı.
İstanbullu Gelin’le ilgili en sevdiğim şeylerden biri bu aslında, bize yaranmak
için kendilerini yarı yolda bırakmıyor karakterler.
Balonların çözemeyeceği sorun yok mudur sahiden?
Gelelim Süreyya-Emir barışmasına. Dilara’yı kaybettiğini ve
ondan mektubu saklamakla ona haksızlık ettiğini anlayan Süreyya’yı ağlarken
gören Emir, onun da bir insan olduğunu, ailesini özlediğini ve aslında
kendisini ne kadar sevdiğini anladı ve affetti Süreyya’yı. Tıpkı Begüm’ün
düşündüğü gibi, en çok Süreyya’ya kızdı ve en çok o hatırlattı ona annesini.
Süreyya, Emir’i en iyi bildiği yöntemle kazandı aslında, içini olduğu gibi
açarak ve hiç numara yapmayarak. Emir’i kazandı evet ama tıpkı Faruk gibi o da
bir kardeş kaybetmenin eşiğine geldi bu bölüm. Adem’in babasının yazdığı
mektubu Süreyya’nın da bildiğini öğrenen Dilara esti gürledi ve çıkardı Süreyya’yı
hayatından. Kadınlar arası ilişkiler karışıktır ve evet birbirlerine her şeyi
söyledikleri düşünülür çoğu zaman, Süreyya-Dilara ilişkisi de bunun tam bir
örneği. Gelin görün ki Adem’e verilmeyen çok özel bir mektup Dilara’ya neden
verilmiş olsun ki? Dilara arkadaşından bunu istemekte haklı ama Süreyya’nın
yaptığı da çok anormal gelmedi bana, kararsızım.

Tüm kalbimle, bütün hücrelerimle, varlığımın her zerresiyle mutluluklar dilerim
Bölümün en mutluları nikâhlarında aşırı eğlenen Senem-Akif
çiftiydi. Mutlu olmalarına çok seviniyorum ama bir yandan da başlarına bir şey
gelecek diye içim gidiyor, gelmesin, amin. Hakan Altun şarkısı da ortama
inanılmaz yakışmıştı, düşünenin ellerine sağlık. Balayı hikayelerini ve özellikle havuz sahnesini bir miktar abartı buldum ama yine de mutluluklarına veriyorum, onları da öyle kabullendik.
İçimizi dağladın Adem
Ve elbette Adem. Fırat Tanış’ın şahane ötesi oyunculuğu ile
gözlerimizin önünde hayatının en büyük değişimini yaşayan Adem. Öfkesini bir
kenara bırakıp hayata yeniden karışmaya nihayet hazır Adem. İlk defa izleyen
biri için belki de hiçbir şey ifade etmeyebilecek bir sahneydi Dilara’ya gelip
onu affetmesini istediği sahne ama işte Adem’i bilen tanıyan herkes onun
gözlerindeki değişimi görürdü. Dilara’nın şiddet gördüğü halde Adem’in yanında
kalma isteği çok eleştirildi, ben eleştirmeden önce biraz beklemeyi tercih
edenlerdendim ve Dilara’nın ilerleyen bölümlerde takındığı tavır ve Adem’in
şiddet bağımlılığına dizinin yaklaşımı ‘İyi ki beklemişim’ dedirtmişti bana. Şimdi
Dilara yeniden Adem’le olmayı kabul eder mi ve ederse bu nasıl tepkiler alır
bilmiyorum ama Süreyya’yı da hayatından yeni çıkartmış bir Dilara’nın Adem’e
pek karşı koyamayacağını düşünüyorum içten içe. Bir de Adem’in bakışlarında bir
şey var, bunu biz görüyorsak Dilara haydi haydi görüyordur. Bakalım neye karar
verecek?
Tadından yenmeyecek kadar şahane bir bölümdü, İpek’ten
bahsedip bölmeyeceğim mutluluğumu. İyi seyirler dilerim.