Kardeşlik neydi? Kardeşlik birlikte kavgaya girmekti
Ülkecek ne kadar şahane olduğuna çok yüksek bir çoğunlukla hemfikir olduğumuz şeylerin başında Tosun Paşa gelir. TV’de denk gelindiğinde asla kanal değiştirilmemesi bir yana, morali bozukken açar bir bölüm izleriz, yolda canımız sıkılırsa birkaç sahnesine bakarız, gerçek Tosun Paşa belirdiğinde istisnasız güleriz ve aşırı hevesli birilerini gördüğümüzde ‘Tutmayın küçük enişteyi’ deriz. Dünyanın neresinde olursak olalım Tosun Paşa izlerken evimizde hissederiz.

İşte İstanbullu Gelin’in 30.bölümünün sonunda da aynı ev hissi geldi içime. Normal şartlarda bölüm yorumlamaya sondan başlamam elbette ama bu sefer dayanamayacağım ve Adem dahil tam kadro Boran Kardeşler’in kavgaya karıştığı ve fonda Şehnaz Longa (Tosun Paşa kavga müziği diye okuyunuz) çalan sahneye vurulduğumu anlatmayı ertelemeyeceğim. Öyle bir sahneydi ki o, 30 bölümdür zaten çok severek izlediğim bir diziyi artık benim dizilerimden biri yaptı. Hele Fikret’in Osman’a söylediği ‘Tutmayın küçük enişteyi’ kısmını nasıl sevdim belli değil. Yazanın, yönetenin ve oynayanın ellerine sağlık.

Sahneyi çok kıymetli yapan bu tatlış selam değildi sadece elbette. Dört kardeşin birbirlerine iç dökmeleri ne güzeldi bir kere, hepsini yoran türlü çeşitli ilişkiler, kafalarındaki sorular ve tabii aşırı dominant annelerinden uzak, abi kardeş olduklarını hatırlamaları ne kadar doğal, ne kadar zaten olması gereken oymuş gibiydi. Sonra Adem’in karıştığı kavgaya dördünün birden girmeleri kardeşliğin ne olduğunu sorgulattı bir kere daha. Evet dünyada en nefret ettikleri adam Adem ama işte belki de sırf içgüdüsel olarak bile onunla birlikte kavgaya girmek için bir an bile düşünmüyorlar, kardeş olmaktan mı, erkek olmaktan mı bilemiyorum. Kavganın sonunda Adem’in elinde Osman’ın gözlüğüyle o dördüne bir an bakakalması o kadar dokundu ki içime. Yıllardır hasretini çektiği, onun elinden alınan şeyin ne olduğunu bir kere daha gördü. Bir kere daha anladı ki Boran soyadını almakla da kapanmayacak içindeki yara.


Hem yara bandın hem yaran 

Geçen hafta gördük ki o yarayı açanlardan biri de hayatta en güvendiği insan olan annesi. Bir adamdan intikam almak uğruna oğlunun mutsuzluğunu hiç düşünmeden göze alan Reyhan Hanım, Adem’in hayatında yıllar sonra beliren mutluluk ihtimalini de yok etmek için elinden geleni ardına koymuyor. Dilara’nın onun öfkesinden korkup ayrı evlerde kalmak istediği bir akşamın sonunda annesinin kucağında bir parça huzur bulabilmeyi bulan Adem’in ‘O adam beni döverken neden ses etmedin, normalleştirdin? Haklı mıydı adam, haksızdı. Ben de haksızım’ cümleleri artık orada huzur bulmaktan çok uzaklarda olduğunu ve hayatı için çok önemli bir aydınlığa yürüdüğünü gösterdi bize. ‘O zaman yardım edecek kimse yoktu, şimdi var. Neden buna izin vermiyorsun?’ diye sordu ya annesine, ne kadar da haklıydı.


Büyük aşk büyük detonelikle gelir 

Gelelim Adem’in üzüntüsünden çok uzaklara, pembe bulutlar üzerinde dolaşılan topraklara. Esma Sultan’ın aşka düşmüş hali hepimizi olduğu gibi konak halkını da çok şaşırttı. Evin aşırı ciddiyeti yaşam biçimi haline getirmiş hanımının bir sabahın körü piyano çalıp insanı ürküten sesiyle şarkılar söylemesi kırk yılda bir görülebilecek, görenlerin nesilden nesile aktaracağı bir sahneydi ne de olsa. Gerçek aşkın insana en olmadık şeyleri yaptırabileceğini anlatan cümlelerden kurulmamışı kalmadı yeryüzünde, tekrar anlatmaya çalışmayacağım ama aşık olduğumuz kişiye mi, yoksa kendi aşık halimize mi doyamıyoruz bunu bir kere daha düşünelim isterim. Esma Hanımcım, siz hep böyle tatlı olun, hep böyle pembeler giyin ama tabii sadece kendi aşkınızı kutsamakla kalmayın, aşıklara empati yapın biraz, e mi?


Süreyya, 'çok aradığı ceketi' ve Faruk 

Aşkın en güzel tariflerinden birini de Süreyya elinde iki kahve ile Faruk’u ziyarete gittiğinde gördüm bu bölümde. Dağları delmek denizleri aşmak çok değerlidir elbette ama işte bazen sevdiğine bir kahve götürüp ona birkaç parça günlük hayat dedikodusu vermek, onu kasvetinden bir an bile olsa sıyırmak kadar kolay bir hareket de aşktır hem de en sağlamından. Olağanüstülükler değil, paylaştığın günlük hayat aşkı güçlendirir birini gerçekten sevdiğinde. Faruk’un da Süreyya’da sevdiği şey bu değil mi? En sıradan anlarda bile kaybetmediği ışıltısına vurulmadı mı onun yine bir kahve sırasında?


Kayıp Tokanın Esrarı, çok yakında tüm sinemalarda 

Süreyya’ya aşık tek kişi Faruk değil tabii. Bu aşktan kurtulmaya çalışan Osman’a bir de Can eklendi. Normalde bir dizide herkes aynı kadına aşık olunca diziye sinir olmaya başlıyorum ama Süreyya öyle tuhaf, tribal ve aşırı gururlu halleriyle ortada dolaşan kurma bir kadın olmadığı için İstanbullu Gelin’de bu yapaylık hissi gelmedi. Kardeşini görmek için Prag’tan gelen Figen’in de dehşete düşerek anladığı gibi Can da sırılsıklam aşık Süreyya’ya. Can’ın geçmişini ve hiç beklemediği anda kaybettiği müzisyen sevgilisinin hikayesini öğrenince anladık ki öyle kolay kolay bırakmayacak Can Süreyya’nın peşini. Hayati tehlikelere varacak yerlere gidebilir, bakalım neler olacak?

Anasına bak kızını al

Bölümde taşların benim için en yerine oturduğu an ise Kıymet Hanım’ın Fikret’in yasak aşk yaşadığına inandığı asistanın evine gidip kıza resmen saldırmasıydı. İpek’in neden böyle bir insan olduğunu anlamış olduk böylece ve genetik bilimine bir kere daha saygı duyduk. ‘Hanım hanım’ demek istiyorum ona (Ice Age- Sid tonlamasıyla okuyunuz) ‘Başka adama aşık olup, onun tarafından istenmeyince yakınında olabilmek için onun kardeşiyle evlenen, hayatının amacı Boran Konağı’nda yaşamak olan ve bu uğurda yapmayacağı olan kızın da, kızının göbek bağını o konağa gömen sen de o kadar ahlaksızsınız ki az uzakta durun dünyanın geri kalanından.’ Bunlara sinirimden yılbaşı çekilişinin ve Osman’ın Süreyya’dan bahsederkenki kelimelerinin aşırı güzelliğine gelemedim bak. Esra da keşke bunu Fikret’e anlatsaydı ezik ezik istifa etmek yerine. Neyse, o da olur yakında. İzleyelim, görelim. İyi seyirler dilerim. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER