İstanbullu Gelin 28.bölümle
ilgili yazmaya en sevdiğim sahneden başlamak isterim yine. Dizinin gidişatı içerisindeki
en kritik sahne değildi belki ama dizi için küçük, benim için dev bir sahneydi.
Süreyya, Burcu ve Osman arasında geçen Yaşar Kemal-Orhan Kemal anıydı bu sahne.
'Hobilerim arasında kitap okumak vardır, yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim'
Esma’nın türlü çeşitli
itelemesiyle konağa aile yemeğine davet edilen Burcu’nun Osman’la nasıl
tanıştıklarını anlatırkenki o hali, Osman’ın yeni bir kalp kırıklığına
düşeceğini gösterdi ve canımı çok sıktı. Önce ‘Hayat bir tabur vukuattır,
kumandanı tesadüftür’ cümlesini sıkıştırdı araya konuşurken, hani çok okuduğunu
gösterip Osman’ı etkileyecek ya. Bu girişim sözün sahibini hatırlayamaması ve
Süreyya ile Osman’ın aynı anda ‘Cenap Şehabettin’ demesi ve tabii Esma’nın
devrilen bakışlarıyla sonlandı. ‘Yaniii kitap aşkı tanıştırdı bizi’ diye devam
eden hikâyesi ise Bereketli Topraklar Üzerinde kitabının ‘okumasının çok
lezzetli olduğu’ kadar Yaşar Kemal’e ait olduğunu söylemesiyle sürdü, ‘Gerçi o
ikincisi Orhan Kemal ama evet lezzetlidir yani’ diyen Süreyya, Osman’ın
kalbinde bir puan daha kazandı. Bir insanı sevmek için onun hoşlandığı şeylerle
ilgilenmek, okuduğu kitapları okumak, dünyanın en berbat filmlerini sırf onunla
konuşacak bir konu olsun diye defalarca izlemek güzeldir, başka başka kapılar
açar üstelik insana. Gel gör ki Burcu’nun yaptığı gibi kuzeninden kitap
özetleri alıp, ‘Bu sefer de böyle biriyle olmayı deneyeyim’ diye bir insanın
hayatına sızmaya çalışmaya ancak ayıp denebilir, üstelik fark edilmez sansan da
her taraftan hissedilir. Osman da bunu anlamadığından değil, Süreyya’yı
unutabilmek için şans verdi Burcu’ya ama işte Süreyya ile aynı ortamda görünce
onu, yönteminin çok da işe yaramadığını anladı. Hem Osman’ı çok sevdiğim hem de
kitaplara aşırı kıymet verdiğim için sanırım çok etkiledi bu sahne beni, başa
alıp alıp izledim.

Bakalım hangi kadın daha iyi tanıyor Adem'i?
Bölümün en can alıcı anlarından
bir diğeri ise Dilara ve Reyhan Hanım arasında geçen konuşmaydı. ‘Erkek
kısmının üstüne bu kadar gidilmez. Öyle her şeye car car yapılmaz.’ diyen ve
buna gerçekten inanan, bu inançla kendi hayatını mahvettiği yetmezmiş gibi
başka bir kadının daha hayatını bitirmekte hiçbir mahsur görmeyen Reyhan Hanım,
şiddetin sadece görünenden ibaret olmadığını, ne kadar sinsice içe işlediğini,
kadın erkek dinlemeden herkesten ve her yerden gelebileceğini bir kere daha
hatırlattı. Dilara’nın konu karşısındaki -ilk defa bu kadarını gördüğümüz- net
tavrı bir nebze de olsa içimi rahatlatsa da Adem’in değişip değişemeyeceğini
ilerleyen bölümlerde göreceğiz elbette. O kadar yaralı geçmiş bir çocukluk
üstüne sevdiği kadının ve tedavinin desteği ile annesine rağmen iyileşebilecek
mi acaba? Dünyada evladının iyiliğini bir anneden daha çok kimse isteyemez
elbette ama işte bazen böyle farkında bile olmadan zarar veriyor ona.
Sen nerede yanlış yaptın?
Fikret’in Dilara’yı sevmeyi yavaş
yavaş bırakması bölümde en çok sevindiğim konulardan biri oldu. İlgi görmenin,
sevilmenin, özen gösterilmenin dünya üstünde sadece İpek’e tanınmış haklar
olmadığının farkına varması her ne kadar görünürde Esra sayesinde olduysa da
asıl sebep bundan çok daha derin bence. Şimdi
İpek düşünsün.
Don't mimik that much
Gelelim Can ve Begüm’e. Özge
Borak’ın aşırı mimikli oyunculuğu (Aslı İnandık skeçlerine benziyor bazen) ile
şahsımda iyice itici bir yer edinmiş Begüm, dizinin en sevimsiz ikinci
karakteri Can ile aşka düştü düşeli pek mutlu. Can’ın asıl peşinde olduğu şeyin
ne olduğu diziye katıldığı andan beri benim için hala muamma, umarım Begüm bunu
anlayabilir.
Bölümün şuursuzu, Emir’le diye
çıktığı kampa Begüm’ün de geldiğini Süreyya’ya söylemeyen Faruk’tu elbette.
Edilen onca kavganın üzerine bunu Süreyya’ya söylemeye gerek bile duymaması iyi
niyet sınırlarını çok zorlayan bir durum. Bakalım Süreyya bunu nasıl
karşılayacak? İzleyelim, görelim. İyi seyirler dilerim.
*Bölümün şahane şarkı seçiminden bir cümle