Bir diziye kalbimi açmışsam, kendi küçük kahramanlarımı
seçme özgürlüğüne de sahip olmak isterim. Bazen onlarla bir ağlamak, bazen
gülmek doyasıya… İki haftadır bir yandan bölümlerin akışına kapılırken bir
yandan da kahramanımı arıyorum. Seher olabilir mi kahramanım, peki ya Burak?
Olmadı mı Şirin olsun o zaman. Yok değil İnci, İnci… Şaka bir yana, haftalarca
nefret ettiğim Zeynep karakterini bir anda kalbimin içine yerleştiren Mahinur
Ergun’un manevralarına hazırım. Her an kahramanım ya da kahramanlarım
değişebilir. Fakat şu anda Kemal Kuzgun’un elinden tutuyorum.
Kahramanımı Kemal olarak belirlemem Olgun Toker sevgimden
değil. Evet, kendisini çok ve uzun zamandır severim ama bu defa başka. Olgun Toker’i ilk
defa bu kadar içten üzülürken izliyorum. Karadayı’nın Melih’i zayıf bir
karakterdi mesela, Hayat Şarkısı’nın Mahir’i de umursamaz. Hayat Sırları’nın
Kemal’i ise kendi elleriyle tutunduğu hayatında açacak bir güneşe muhtaç…
Alışkınız, hep kadınların dışlanmasını izleriz ekranda.
Erkekler ise genelde prenstir. Fakat kartlar tersine dönmüş bu kez. Takdir edilmek, iki
güzel söz duymak için dünyaları verir Kemal. “Aferin oğlum!” dese Mustafa
Kuzgun, dünyalar Kemal’in olur. Bu baba-oğul hikayesinin derininde büyük bir
yoksunluk var belli. Prenses kızlar, takdir bekleyen oğlan çocuğu…
Anne babası komşularla sohbet ederken, oturduğu yerden söze
karışmaya çalışan bir çocuk gibi Kemal. Herkes uyurken yaptığı tencere tencere
yemeklerin özünde gözyaşı var. Peki neden uzak baba-oğul birbirine? Yok mu
bunun bir çaresi?
Sevgi teröründen bahsetmişti Kemal, geçen hafta. Bir de
babasının iyiliğinden. Peki bu kadar iyi bir adam neden oğlunu bağrına basmaz?
Baba tarafından kucaklanmayı bilmediğinden mi? Bilemiyorum...
Sevgili Kuzgun Seher, koskoca avukatsın uyduruversene bir bahane. ^^
Kemal Kuzgun, birçok sınavdan geçecek bu hayatta. Ama
sınavlar bile sırayla ve de zamanla. Önce Seher geçmiş feleğin çemberinden. Bir çocuk var; annesi o, babası belirsiz… Bir de kalbine acılar ekmiş Seher. Aşkın
filmini çekecek kadar çok sevebilen bir Burak var öte yanda da. Burak, Seher’in
kalbinden acıları söküp alabilecek mi? Yoksa kök salmasına göz mü yumacak?
Göreceğiz.
Ne kadar da yüz güldüren bir karşılaşma.
Seher’le Burak’ın yolları bir kere kesişti ya bir daha
çıkmayacaklar birbirlerinin rotasından. E hikaye de bu ya; yan yana olmaları,
zaman zaman birbirlerine hayatı zehir etmeleri hayatın bir gereği. Etsinler
elbet. Aşk, acıyı da barındırır derininde!
Seher’in içinde bir bebek yeşermiş… Fakat kaçmış Seher;
tahminler yürütülse de nedeni bilinmez. Hayat, onları Seher’in içinde yeşeren
bebeğin büyüdüğü topraklarda bir araya getirdi yeniden. Burak ise içinde
bilmeden bir özlem büyütmüş günden güne, çok derinlerde.
"Bak, sana film yaptım!"
Ne diyordum? Kahramanlar… Kahramanlar da güçten düşer.
Zaaflar, zayıflıklar değil midir insanı insan yapan? Seher’in neden karnında
bebeğiyle kaçtığını çok merak ediyorum mesela. Burak’la ilk karşılaştığında da,
günümüzde de gayet güçlü bir kadın imajı çiziyor Seher. Neden bebeğini alıp da
ailesinin karşısına çıkmamış? Üzülürdü babası, annesinin gözleri dolardı ama
sahip çıkarlardı. Açıkçası benim iki haftada tanıdığım Kuzgun ailesi, Seher’i
bu sebeple dışlamazdı. Burada oturmayan bir şeyler var bende.
Yeni filmimde de yoldan geçen insanların telaşını anlatayım bari, Seher'i beklemek işe yarasın.
Peki Burak, nasıl bulamamış Seher’i? Birazcık sosyal medyada
dolaşsa bulurdu. Ya da Şirin’in okuluna gidince onu takip etse mahalleyi
bulurdu kolayca. Tamam bu hafta arama motorlarında dolaştı ama neden bu kadar
zaman bekledi? Burada da Burak tarafından ikna edilmeye ihtiyacım var.
‘Aşk, bile kurtaramıyor aşkı…” Öyle tabii, öyle de; aşk
neden kurtaramıyor? Sehercim, Burakcım beni de kendinizi de ikna edin; azıcık
birbirinizi yiyin, sonra da gökyüzüne aşk dolu balonlar bırakın. Hadi bakalım…
Yazı devam ediyor...