Aşk ve kahramanlık böyle, öte yanda da sırlar var bolca.
Mustafa ve İnci Kuzgun birbirine yoldaş olmuş yıllar boyu. Sırtlarında da bir
kambur var, geçmişten gelen koca bir yük. Hakan İmren ve hikayesi de burada
başlayacak işte. Dizi başlamadan önce beni en çok heyecanlandıran kısımlardan
birisi de burasıydı. Dizinin orijinalinin hikayesinden haberdarım ama senaryo ekibinin nasıl yollara gireceğini de aşırı merak ediyorum.
Haklılık payın çok ama azıcık sakin genç adam.
Hakan ve annesi Selma’nın hikayeye girişini, kurgusunu
beğendim. Gayet doğal bir geçişle ana karakterlerle bağını kurdu Hakan. Fakat
burada ufak bir itirazım var. Hakan, haklılık payı çok fazla olmasına rağmen ilk bakışta itici bir karakter kabul. Ama Efecan
Şenolsun neden bu kadar büyük oynuyor? İlk sahnelerinde inanılmaz yoruldum,
kanaldaki sahnesi ise görece daha iyiydi. Azıcık reji desteği de şart.
Aslında reji desteği genele şart. Bir dokunuş göreyim ve “Bunu
Murat Can Oğuz’dan başkası çekemez!” diyeyim, farklılaşsın istiyorum. Tabii bu
tarz farklar da zamanla oturacaktır, nihayetinde karşımızda yıllarını sektöre vermiş bir yönetmen yok ama “Reji de reji!” diye dolaşan biri
olarak burada beklentim büyük. Murat Can Oğuz'un Kuzgun ailesi tarafında kurduğu dünyayı çok beğeniyorum, o duygu diğer mekanlara da yansıdığında tadından yenmeyecek bu iş.
Duygunun yansıması sadece rejiyle alakalı da değil tabii. Selma ve Hakan'ın evindeki dekor gözlerimi o kadar yordu ki, bir noktadan sonra koptum. Mekanın bir hikayesi olacaksa kabul ama aksi türlü dekoru hiç beğenmedim.
Nefes alan her karakter Kuzgun ailesinin bireylerine zarar
vermek üzere dolaşırken geride bekleyen bir tehlikemiz daha var ki o da Banu’nun
babası. Kızının ayaklarına dünyaları serip hayatı zehir eden bir baba var
karşımızda. Çok tezat bir anlatım oldu, değil mi? Öyle. Kemal, Banu’yu sevse
hayat bayram olur onlara. Kemal, Banu’yu sevmiyor. Babası, Banu’ya köstek
oluyor. Banu belli ki yaralı. Nereden tutarsan elinde kalan bir mesela. Günler
geçecek, baba da hikayeye dahil olacak. Ve tabii ki kendi dişine göre bir
düşman edinecek kendine; Baba Kuzgun…
Baba Kuzgun’u, Mustafa Bey’i anlıyorum anlamasına ama bu
kızmama engel değil. Hayat akıp giderken sevdiğin şeylerle meşgul olmak kötü
bir şey değil be Mustafa Beycim. Bir insan, hayallerinin peşinde koşan evladına
neden bu kadar yüklenir? Şirin, dikiş bile tutturamamışken hayatını idame ettiren
oğluna sarılmayı denesene.
Şirin, o kanalı üç vakte kadar birbirine katar diyenler fav!
Şirin… Azıcık ağzını kapalı tutmayı öğrenmen gerekiyor tatlım. Yoksa başın dertten kurtulmayacak korkarım. Fakat kanaldaki tepkisine çok
güldüm ne yalan söyleyeyim. O kadar doğal bir şekilde eşlik etti ki ortama.
Hani okulda, işte, kafede, bir yerlerde arkadaşlarınla bir aradayken akşam izlediğin
diziden bahsedersin ya o sıcaklıkla katıldı meseleye. Şirin’in iflah olmaz
şapşallığını seviyorum. Bu şapşallığın altında da bir dram da yatıyordur elbet, onu görmeyi de heyecanla bekliyorum.
Hayat Sırları, geçen hafta güzel bir başlangıç yapamadı.
Bu hafta nasıl bir sonuç alacak çok merak ediyorum. Var elbet biraz eksiği evet, zaten onlar
da toparlansa şahane bir iş olacak. Nihayetinde bu hikayede iyilik var, güzellik var; bu iş
tutsun, yükseldikçe yükselsin. Doya doya izleyelim, öyle çok istiyorum ki bunu.
Ve ince ince söylenen lafları o kadar seviyorum ki...
İlk bölüme oranla daha oturmuş, güzel bir bölümdü. Emeği geçen herkesin emeklerine sağlık...