Bir şeyleri “rüya gibi” diye betimlemenin sebebi genellikle
gerçek olamayacak kadar, hiç umulmadığı kadar güzel olmasıdır. Çünkü rüyalarda
akla hayale gelmeyecek yerlere gidebiliriz, kaybettiğimiz insanları
görebiliriz yahut kavuşmamızın hiç mümkün olmadığı sevdiğimizle buluşabiliriz. Kemal
ve Nihan’ın kavuşması da onlar için rüya gibi bir şeydi, çünkü uğruna çokça
mücadele etseler de gerçekleşmesi çok zor bir ihtimaldi. Alttan alta verilen
Emir geriliminin dışında (ki bunu seyirci olarak biz daha çok hissettik ama
Kemal ve Nihan için bu gerginlik minimum seviyedeydi), gerçekleşen güzel rüyalar
gibi dingin bir bölümdü izlediğimiz de.
Rüya gibi bir düğünle nihayet evlenen Nihan ve Kemal’in,
oynamalara doyamamışçasına bölümün başında bir de horon oynamaları pek güzeldi.
Zaten o şarkıya da bayılırım. Maşallah onlarda da her yöreden oyun var; düğünde
harmandalı, sonrasında horon… Ama bir an o yol kesen horon ekibi de Emir’in bir
oyunu mu diye korktum açıkçası. Hani yolda kaza varmış süsü verilip insanları
pusuya düşürürler ya, onun gibi bir oyun sandım. Ne yapayım, dur durak bilmez,
öngörülemez ve karşısındakinin hamlesini de hesap ederek, üç beş adım sonrasını
dahi düşündüğü planlarıyla Emir beni öyle bir korkuttu ki, artık ağaçtan yaprak
düşse onun yüzünden oldu sanıyorum.
Kemal’in yüzgörümlüğü hediyesi çok anlamlı ve güzel
düşünülmüş bir hediyeydi. Nihayet mutluluk içinde ilk gecelerini geçirdiler.
Evlerini de pek beğendim doğrusu. Sonradan yapılan ruhsuz sitelerden alınmış
sıradan bir villa değildi. Sanki daha öncesinde içinde yaşanmış gibiydi; evin
bir kişiliği, bir sıcaklığı vardı. Kahvaltı ederken, evde film keyfi yaparken,
karıcım, kocacım lafları havada uçuşurken biraz buldumcuk olmuş gibiydiler ama
onca seneden ve mücadeleden sonra imkansız gibi gözüken bir özgürlüğe kavuşunca
haklarıdır. Hem hangi yeni evli çift böyle ilk günlerinde şımarmaz ki?
Sevgiyle sarılmak, hasretle öpmek...^^
Artık Emir’in hayatlarından tamamen kaçıp gittiğini düşünen Nihan
ve Kemal’in, Deniz’i de yanlarına alıp o huzur dolu yere balayına gitmeleri çok
güzel. O balayına yeşil bir vosvosla çıkmaları daha da güzel. Nihan’ın en çok
istediği şeylerden biriydi hatırlarsanız. Hatta intiharı sonrası Kemal onu
hastaneden kaçırıp da uzaklara gitmeyi planladıkları zaman, ona böyle bir
vosvos almıştı. Ama Nihan malum sebeplerden ötürü hiçbir zaman o araca binip de
özgürlüğüne doğru yol alamamıştı. Ayhan’ın hurdalığındaki bir başka vosvosu
gördüğünde de bu eski ve acı hatırası, bu terk edilişi canlanmıştı Kemal'in kafasında.
Yani o araç da, tıpkı evlilik teklifi gibi Kemal’in travmalarından biriydi. Ama
ne mutlu ki, bunun acı hatırası da temizlendi. Artık o vosvosa baktıklarında
ikisi de aynı şeyi, aynı mutluluğu ve aynı güzel sonu hayal ediyorlar. O acı hatıraya inat, Kemal'in yazdığı güzel sonu...
Çok da güzel bir yere konuşlandılar; sessiz, huzur ve
mutluluk dolu… Hele Deniz’in kendisine ilk defa baba dediğini duyan Kemal’in
mutluluğu ve coşkusu görülmeye değerdi. Uzun zamandır eksik bulduğum baba-kız
hissini doyasıya aldım bu bölüm. Önemli olan onların herhangi bir korku
hissetmeden, gönül rahatlığıyla gerçek bir aile olmanın ve mutluluklarının
tadını çıkarmalarıydı. Tabii ben bu ıssızlıktan her an bir fenalık
gelebileceğinden içten içe korktum, yalan yok. Bir yanım Emir’e karşı
gardlarını bu kadar çabuk indirmelerini yadırgıyor. Çünkü onların aksine, Emir’in
yurtdışına gidişi benim gözümde tehlikenin tam manasıyla bertaraf edildiği
anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bu özgür tavırlarını biraz pervasız ve tekinsiz buluyorum.
Öte yandan yeterince vakit kaybettiler, her an Emir’den yeniden bir kötülük
gelebilir diye hayatlarını daha ne kadar ertelesinler? Düğün yapmasınlar, ayrı
eve çıkmasınlar, balayına gitmesinler, Deniz’i parka götürmesinler, sinemaya
gitmesinler… Bunun bir sonu yok ki. O yüzden iyi ki gitmişler o balayına, bu
kabus bitene kadar hiç değilse elimizde güzel bir tatilin anıları var. (Hatta
keşke biraz daha uzun olabilseydi.)
Yazı devam ediyor...