Kimimizin hayatı “Anlatsam roman olur.” denecek türden
olabilir ama aslında hepimizin bir hikayesi var şu dünyada. Kaderlerimiz, daha
biz doğmadan yazılan hikayelerimizdir. Kimimizinki Aziz Nesin hikayeleri kadar
eğlenceli geçer, kimimizinki Sait Faik öyküleri kadar naiftir, kimimizinki ise Nezihe
Meriç hikayeleri gibi daha gerçekçidir. Kemal ve Nihan’ın da bir hikayesi var
elbet; bitirilmeye, değiştirilmeye, yok edilmeye çalışılan. Kemal henüz kendi hikayelerini
yazmaya başlamadıklarını söyledi, ki doğrudur onların hikayelerini bugüne kadar
hep başkaları yazdı, onlar da ellerinde devasa bir silgiyle bunu silmeye çalıştılar. O yüzden o hikaye daha çok Kemalettin Tuğcu öykülerinden halliceydi,
fakat yine de konulmaya çalışılan noktalara inat, en güzel virgülü Deniz oldu.
Ne yalan söyleyeyim, Kemal Nihan’ı hastaneden kaçırdıktan
sonra birlikte olduklarında Nihan’ın hamile kalmasını canı gönülden
istememiştim. Bir bebeğin mutlaka bir bağ olacağını biliyordum ama kopmaz bağ
olduğu kadar, Emir’in elinde bir koza dönüşeceğinden ayak bağı da olur diye
endişeliydim. Olmadı değil fakat yine de iyi ki de doğmuş Deniz. O parktaki
mutlu aile tablosunu, onun o sevimli güler yüzünü gördükçe benim de içim
açılıyor. Çokça acıya yol açmış olsa da, varlığıyla anne babasına, yola devam
etme azmini ve gücünü de aşıladı. Ona mutluluk tuğlalarıyla bir gelecek inşa etmeleri
gerekmeseydi, belki bir noktada pes ederlerdi. Fakat etmediler, iyi ki de
etmediler, çünkü artık kalemi ele geçirmek üzereler. Sevda hikayelerine mücadeleden
ve acıdan çok, sonsuz mutlulukları yazacaklar, güzel anılar biriktirecekler.
Yaa izlerken dişlerim kamaşıyor resmen, böyle tatlılık olmaz ki.^.^
66.bölüm, hikayedeki tüm kilit karakterlerle birlikte son
sürat giden bir arabanın içinde uçuruma doğru sürüklenmek gibiydi. Adeta
koltuklara sıkı sıkıya tutunarak, nerede duracağını kestiremeden gerilim içinde
kapatmıştık bölümü. 67.bölümde ise o aracın frenine aniden ve sertçe basılmıştı.
Aracın içinde silkelenip, biraz daha sürse birkaç metre sonrasında başa
gelebilecek felaketin korkusu ve son sürat geçen yolun heyecanıyla nefesimi
düzenlemeye çalışarak izledim, dağılanların toparlanmaya çalıştığı, haliyle bir
önceki bölüme göre temposu daha düşük olan bu bölümü.
Hikayenin sacayakları olan Kemal, Emir ve Nihan üçlüsünü
mutlak bir tehlikenin içinde bırakmıştık geçen hafta. Emir’in Hakan’dan
kurtulup, Nihan’ı ve dolayısıyla da Kemal’i kurtaracağını tahmin etmiştim ben,
lakin bu üç kurtulmadan sadece ikisi tahmin ettiğim gibi gelişti. Kemal’i ise kendi
kaderine terk ettiler. Adam hasbelkader kurtardı canını resmen. Emir’in
Kemal’i kurtarmak için de canını tehlikeye atması biraz abes bir durum olsa da,
yine de eterle bayıltılmış adamın aniden kendi kendine uyanmasından daha makul
olurdu diye düşünüyorum. Eterle bayıltılan bir insanın o kadar kısa sürede,
ateşin sıcağından veya dumandan dolayı ayılma ihtimali nedir? Doktor filan
değilim, dolayısıyla ahkam kesemeyeceğim ama Kemal’in bu şekilde ayılması bana
biraz tuhaf geldi.
Kemal, kalk yerine yat artık!
Nihan’ın aşkından ve korkusundan tabii ki şüphe duymuyorum
ama keşke Emir’in kendisini bir şekilde dışarı çıkarmasına engel olabilseydi. Emir’in
kendini uzaklaştırmasını engelleyemezdi belki o 40 kilo haliyle ama dışarı
çıkartıldıktan sonra “Kemal kurtulmazsa…” diye Emir’i tehdit etmek Kemal’i
kurtarmak için bir çözüm değildi. Ya ayılıp da çıkamasaydı, ya Hakan
yetişemeseydi? Keşke Emir Nihan’a engel olamadığı için söve söve Kemal’i bizzat
kurtarmak zorunda kalsaydı veya Hakan Emir’le eş zamanlı olarak gelebilseydi de
hiç değilse o Kemal’i kurtarır diye Nihan’ın o anda bir umudu olsaydı.
Velhasılıkelam Kemal, etkisi aniden geçen etere denk gelme şansı ve Emir’e
silah çekmişken, onun adamı tarafından basit bir tabancayla gecenin o
karanlığında adeta bir keskin nişancı titizliğiyle, sadece elinden vurulan
Hakan’ın da yardımıyla bu kumpası da çok ucuz atlattı, çoook… Kıl payı resmen.
Yazı devam ediyor…