Dik durabilmek için önce ayağını toprağa sağlam basacaksın!
Bukalemun gibi söylediği her yalanın kıyafetini giyen ve ona kendi bile inanır hâle gelen biri oldu Aslı. Nasıl bir insan psikolojisi, bu kadar yalanın, pisliğin ve sahtekârlığın içinde mutlu olmayı başarır, gerçekten bilemiyorum. Geçen bölümde annesine “Biz bu kadar pisleşecek miyiz?” diye soran kıza inanmıştım ben. Bu kadar çukura batmaz demiştim ama battı. Hatta batmakla kalmadı Yiğit’le işbirliği düşünecek kadar bile acizleşti. Geçtim onu, Derin’in bebeği kaybetme riskini öğrenip hâlâ onun canını yakma derdine kapılmasını kim açıklayabilir bana? Hani, bencil olan Derin’di? Hani insanlara değer vermeyen Derin’di?
 
Nasıl bir kadın kendisine hiç âşık olmayan bir adamın aşkını dilenir, onunla mutlu olacağının hayalini kurar? Gerçi cevabı hepimize Nesrin verdi: “Aşk, insanı güzelleştirir, tek istisnası sensin!” diyerek. Gerçekten de istisna Aslı, hatta o kadar istisna ki gerçek hayatta karşılığı var mı bilemedim.
 
Aşkın ön koşulu gözü kara olmaktır. Korkaklara ancak teğet geçer, aşk.
 
Aslı, inanılmaz bir hızla evrim geçirirken keşke Derin’de de bir parça değişiklik yapılsaydı. “Benim hayatım, benim bebeğim, benim kararım.” repliğini aynı bölüm içinde üç kez tekrarlamasına bakınca söylediğine kendi inanmak istiyor, herhâlde diye düşündüm. Çünkü “Ben kendimi de onu da korurum, kimsenin himayesine ihtiyacım yok!” diye meydan okuyan hanım kızımız, baba parasıyla beş yıldızlı otelde kalıyor, yine baba parasıyla kendine hayat kurmaya Londra’ya gitmeye karar veriyor ve bizim Derin’in artık güçlü bir kadın olduğuna inanmamız mı bekleniyor? Kusuruma bakmayın benim “güçlü kadın” profilim, Nesrin. “Benim hayatım, benim kararım.” cümlesini o söylerse inandırıcı olur, Derin söyleyince annesinin topuklu ayakkabısını giymiş küçük kız çocuğuna dönüyor.
 
Ali’ye öfkesi yüzünden onu dinlemeden yalanlar söyleyen, Yiğit’in asıl niyetinin farkında olduğu hâlde onunla “arkadaş”çılık oynayan, babaya “Keşke babam olmasaydın!” diyecek kadar nefret duyarken adamın parasını yemekte sakınca görmeyen Derin’e ben güçlü kadın değil olsa olsa “BOŞ” derim. Hem de bomboş… Ne yaptığı, niye yaptığı; neye inandığı, nasıl davranacağı belli olmayan bir karakter Derin. “Onu da değiştireceğiz.” diyorsanız bir zahmet zamana yayın, diğeri inandırıcı olmuyor çünkü.
 
Bir insan acıdan delirdiğinde diğerleri onun acısını değil deliliğini görürler. *
 
Bu Şehir Arkandan Gelecek’te baştan beri rahatsız olduğum bir başka konuda detaylardaki özensizlik… Otel kapısında Tekin, Yiğit’le karşılaşıp gırtlağına sarılıyor ardından onun yukarı çıkacağını bile bile arabasına binip gidiyor. Peki, o zaman niye saldırdın ki adama Tekin, bir anlatsana? Haaa bir de Derin, otel odasında baygın yatarken Yiğit, onun odasına anahtarsız nasıl girebildi? Buna da bir açıklama alabilir miyim? Otel demişken bölüm finalinde Seyit, Tekin’in otele geldiğini nerden biliyordu da eliyle koymuş gibi orada buldu onu? Onca patırtıya gürültüye ve kamera görüntüsüne rağmen gelmeyen otel güvenliğini sorgulamıyorum farkındaysanız.
 
Senaryo dilindeki “Sevgi emektir.”, “Sevgini hak edeceğim.” benzeri pek çok sıradanlığa, klişe repliklere; izleyiciye yapılan gereksiz açıklamalara hiç girmiyorum bile…
 
Diyeceksiniz ki bu kadar eleştirdin de hiç mi iyi yanı yok dizinin? Var, var elbet. Olduğu için izlemekten her şeye rağmen vazgeçmiyorum. Doğru dürüst kurgulanmış bir Ali – Şahin – Rauf anne üçgeni var. “Bizim köyümüz mü var?” diye masum masum soran Ali’nin sadece Türkçe’yi değil hayatı da düz mantıkla algılayışını seviyorum. Dilin mecazlarını anlamadığı gibi hayatın alt metinlerini de çözemiyor. Belki ondan bunca pisliğin içinde saf ve samimi kalışı…
 
“Sen öyle, ben böyle davranırsak şımarır bu çocuk!” diye Şahin’e annelik dersi veren Rauf’a bayıldığım gibi, salona gelen boksörü oğlu göremediği için “Veyselde burada olsaydı keşke!” diyen Nesrin’in anneliğini seviyorum. Sadece anneliğini mi hep koruduğu sağduyusunu, kimseye hesap vermeyişini, kritik anlarda kontrolü ele alışını kısaca çizdiği güçlü kadını seviyorum. Onlar hatırına da izliyorum.

Bölüm finalinde gelinen nokta, öykünün saptığı yolu da gösteriyor. Yine klişelerle şişirilmiş bölümler izlemeyiz inşallah, demekten başka çaremiz yok. Ancak yeni dizilerin de başlamasıyla zaten zor bir gün olan çarşambada rekabet kızışacak gibi görünüyor. Senaryoda ve kurguda yapılan hatalar, bu zorlu rekabette diziye büyük zarar vermez, umarım.
 
* Bu cümle, Murat Menteş’e aittir.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER