Başladığı günden beri, yani on haftadır
yazdığım en zor yorum olacak bu, sanırım. Zor, çünkü hep ümitlerle oturduğum
dizinin başından ilk kez bu kadar mutsuz kalkıyorum. Şöyle bir bakıyorum; un
var, tuz var, yağ var… Bu ekmek niye bir türlü olmuyor? Evet, var olmasına
hepsi var da hepsini birleştirip harmanlayacak maya yok. Öyle olunca da kıvama gelmiyor
bir türlü, kabarmıyor.
Dönüp elimizdekilere bir bakalım şimdi:
Araya giren “kötü sarışın”ın oyunlarına
kanıp sevdiği adama, çocuğun başkasından olduğunu söyleyen esas kızımız var:
Derin
Derin’in durumunu kullanıp elini
sağlamlaştırmaya çalışan “kötü” eski nişanlımız var: Yiğit
Çocukluk komplekslerini aşamayıp eline
geçen ilk fırsatta “sözde” aşkının peşinden koşan bir “sarışın kötü” kızımız
var: Aslı
Bu üçgenin tam odağında kendine söylenen
yalanlarla şaşkına dönmüş, kim nereye çekerse oraya giden, iyi niyetli esas
çocuğumuz var: Ali
Pardon, unuttum bir de kızın babasının
bıçaklanması var. Biz esas oğlanın masum olduğunu biliyoruz ama bıçak mutlaka
çok haklı (!) bir gerekçeyle elindeyken esas kıza yakalanıyor.
Buyrun, size en sıradan Yeşilçam filminde
dahi hepsi bir arada bulunamayacak klişeler yumağı…
Biliyorum elbet, kurguda kullanılabilecek
çatışma sayısı belli. Her öykü, türüne göre bu çatışmalardan birkaçını seçer
kullanır. Kullanır kullanmasına da bir fark yaratarak…
Bizim sorunumuz tam olarak bu! “Aşk üçgeni
yaratacağım,
sevgililer ayrılacak yoksa öykü ilerlemez!” tamam yine yaratın da bu mudur yani yolu?
Kızımız, sevgilisiyle birlikte olur ve derhal hamile kalır; kötü arkadaş kıza
oyun oynar, âşık olduğu adamla birlikte olmuş rolü yapar. O da yetmez aynı
oyunu esas oğlana da tekrar eder. Delikanlı çok sarhoştur ne yaşadığını bilmez,
kötü kıza inanır. El insaf, iki sevgiliyi ayrı uçlara atmak için başka yöntem
mi yok?
- Kız, çocuğa geri dönmesin.
- N’apcaz?
- Kızın çocuğu suçlaması lazım, nefret etmesi
gerek.
- E o zaman?
- Ver eline bıçağı; ver, ver!
- Hah, oldu şimdi, babasını çocuk bıçakladı
sanacak kız, bak ne güzel kurduk çatışmayı, ohhhh missss!
Gözünüzü seveyim, bir başka senarist
yazdığında kahkahalarla güleceğiniz şeyleri “ Yaptık, çok da iyi oldu!” diye
aldatmayın, kendinizi. Eğer bu kendini kandırmak değilse o zaman ikinci şık
kalıyor geriye: İzleyicinin aklını, beğenisini ve algısını küçümsüyorsunuz ki
bence ölümcül hata.

“Sevdim” deyince hak etmiyor insan, hak
etmek için o sevgide yok olmayı bilmek gerek…
Baştan beri Aslı’yı “kötü kadın” yapmayın
diye dilimde tüy bitti. Orada öyle güzel bir alt metin vardı ki… Hayatı boyunca
Derin’in gölgesinde kalmış ve bunu kompleks yapmış Aslı, eğer arkadaşı için
hadi onu da geçtim doğmamış bir çocuk için aşkından vazgeçebilseydi yani
aşkıyla yok olup yeniden doğabilseydi hem harika bir dönüşüm yaşayacaktı hem de
ilk kez Derin’e galip gelecekti. Böylelikle her üç cümleden birinde Derin için
“bencil” deyip durması yer bulacaktı. Hepimiz ona gıpta edecek ve seçiminin
zorluğu karşısında hayran olacaktık.
Oysa Aslı’nın içinde yıllardır uyuyan yılan
uyandı. Kıskançlığı, hırsı, bencilliği ve öfkesiyle iğrenç bir kimliğe dönüştü.
Üstelik öyle hızlı dönüştü ki ne olduğunu anlayamadık bile. Bu haftaya kadar
Aslı’ya hak verip acaba o, Ali daha mı iyi olur diye düşünürken birden
kendimizden utanır olduk. Nilperi Şahinkaya oyunculuğuna bayılmakla birlikte
oyuncu ve karakteri birbirinden ayırarak hâlâ “Aslı& Ali aşkı olsun”
diyen kaldıysa değer yargılarını bir sorgulamak isterim, ben.
Yazı devam ediyor..