"Sen bana, yorgun, uzakta bir ada!"

Uzay…

Bu ismin benim için ne denli değerli olduğunu bilseydiniz, hakkında yazmanın ne kadar zor olduğunu anlardınız. Çok eşsiz bir ruhtan geriye kalan bir fısıltıdır bu isim, kimselere yakışmaz ama ben ne zamandır durup durup Uzay diyorum. Bu kez farklı bir bedeni kastederek… Bu sebeple, o eşsiz ruhtan, bu kayıp çocuğa bir melodi ulaşsın istedim.

“Öyle sınırsız, öyle derin, öyle çok severim ki korkarsın…”

Uzay da biraz böyle işte, sınır bilmez, asla durmaz, elinde neyi varsa ortaya koyar.

Aslı gibi.

Aslı olmak çok zordur oysa, fedakarlık ister, kocaman bir kalp ve iyi eden eller ister. Aslı olmak güzeldir ama herkes Aslı olamaz.

Aslı narindir, içtendir, dürüsttür, sözünü sakınmayandır… Aslı gibi biri bu dünyaya renktir, ışıktır, umuttur…

Aslı talep etmez bekler, Aslı en karanlık gecesinde bile kalbinin, güneşin doğuşunu bekler.

Uzay nasıl oldu da Aslı gibi oldu derseniz… Şöyle oldu;

Gördü, hissetti, anladı, peşinden gitti.

Aslı çok görünmeyen insanlardan, sesi çok çıkmıyor çünkü avaz avaz bağırmıyor ben buradayım diye. Aslı’yı görmek gerekiyor, görmek için çaba göstermek.

Uzay Aslı’yı görüyor. Belki henüz Aslı bilmiyor ama bu hayatındaki en büyük mucize.

Çünkü giderek yayın Ateş’te karıncalanıyor. Ateş hiç görmedi diyemem ama Ateş asla bilmedi Aslı’ya nasıl dokunması gerektiğini.

Aslı iyi eden elleri, şık elbisesi, aşkla bakan gözleri ile portakallı kekler getirdi Ateş’e, Ateş hoyrat parmakları ile parçaladı.

Herkesin bir Aslı’sı yoktur hayatta, Ateş’in var. Ama işin güzel kısmı artık Aslı’nın da var.

Aslı nasıl şefkatle örttüyse üstünü Ateş’in, Uzay da öyle örttü üstünü Aslı’nın.

Hayat biraz da böyledir çünkü sen bir çiçeği ekersin başkasının bahçesine binbir özenle, o çiçek bir gün gelir senin bahçende açar.

Sen birine dokunmaya kıyamazsın başkası bin parçaya bölmüşken, başka biri de sana dokunamaz incitmekten korktuğundan.

Aslı iyi eden ellerinden yayılan peri tozunu savurdu Bodrum’un rüzgarına, o tozlar gitti Uzay’ı buldu.

Bu masalda çok sevilsin, en sevilsin, hep sevilsin istediğim insanların başında Aslı gelir… Ve ne zamanki kayıp bir çocuk geçip annesinden kalan bir tablonun önüne “İçimdeki acıyı kötülük sanıyorlar anne.” dedi, o günden beri en çok sevilsin istediklerim listesine ikinci sıradan giriş yaptı.

Uzay gibi her şeye sahip, şımarık, arsız, ipe sapa gelmez bir çocuğun birini karşılıksız sevmesi ne demektir bilir misiniz? Mucize demektir. Aslı bir mucizeyi yaşıyor ama gözlerindeki Ateş henüz çok yoğun olduğundan göremiyor. Ama en azından biliyor, Uzay iyi birisi…

Süha’nın tüm parçaları birleştirdiği halde her şeyi kendi öğrenmeye çalışmasına kızdım ama neyse ki Aslı bu aralar her şeyi Faryalı’ya anlatıyor da mevzu hız kazanıyor.

Kos sahnelerine ayrı hayran kaldım, çok güzeldi, çok. Aslı’nın hikayesini görmek istiyorum diye yazıp durduğum yazılara buradan selam gönderiyorum, Aslı’nın hikayesi artık kalbimizde. Ve o kadar güzel ilmek ilmek işlendi ki Başar Başaran ve Emre Özdür’ün ellerine, kalplerin sağlık.

Gelecek bölüm için heyecanlıyım ama tek bir derdim var Faryalı yirmi yıllık hasretine kavuştu, lütfen artık liseli gibi sırıtmak dışında o ilk tutkuyu görelim. Hani yazdan kalma bir günde, “Unutma beni, unutama beni…” eşliğinde tişörtün içine konulan ‘yıldız’ kolyesi sahnesi gibi.

Fragman beni fazlasıyla heyecanlandırdı, bakalım gelecek hafta neler olacak.

*Kuytu-Ada

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER