Uzay…
Bu ismin benim için ne denli değerli olduğunu
bilseydiniz, hakkında yazmanın ne kadar zor olduğunu anlardınız.
Çok eşsiz bir ruhtan geriye kalan bir fısıltıdır bu isim, kimselere yakışmaz
ama ben ne zamandır durup durup Uzay diyorum. Bu kez farklı bir bedeni
kastederek… Bu sebeple, o eşsiz ruhtan, bu kayıp çocuğa bir melodi ulaşsın
istedim.
“Öyle sınırsız, öyle derin, öyle çok severim ki korkarsın…”
Uzay da biraz böyle işte, sınır bilmez, asla durmaz, elinde
neyi varsa ortaya koyar.
Aslı gibi.
Aslı olmak çok zordur oysa, fedakarlık ister, kocaman bir
kalp ve iyi eden eller ister. Aslı olmak güzeldir ama herkes Aslı olamaz.
Aslı narindir, içtendir, dürüsttür, sözünü sakınmayandır…
Aslı gibi biri bu dünyaya renktir, ışıktır, umuttur…
Aslı talep etmez bekler, Aslı en karanlık gecesinde bile
kalbinin, güneşin doğuşunu bekler.
Uzay nasıl oldu da Aslı gibi oldu derseniz… Şöyle oldu;
Gördü, hissetti, anladı, peşinden gitti.
Aslı çok görünmeyen insanlardan, sesi çok çıkmıyor çünkü avaz
avaz bağırmıyor ben buradayım diye. Aslı’yı görmek gerekiyor, görmek için çaba
göstermek.
Uzay Aslı’yı görüyor. Belki henüz Aslı bilmiyor ama bu
hayatındaki en büyük mucize.
Çünkü giderek yayın Ateş’te karıncalanıyor. Ateş hiç görmedi
diyemem ama Ateş asla bilmedi Aslı’ya nasıl dokunması gerektiğini.
Aslı iyi eden elleri, şık elbisesi, aşkla bakan gözleri
ile portakallı kekler getirdi Ateş’e, Ateş hoyrat parmakları ile parçaladı.
Herkesin bir Aslı’sı yoktur hayatta, Ateş’in var. Ama işin
güzel kısmı artık Aslı’nın da var.
Aslı nasıl şefkatle örttüyse üstünü Ateş’in, Uzay da öyle
örttü üstünü Aslı’nın.
Hayat biraz da böyledir çünkü sen bir çiçeği ekersin başkasının
bahçesine binbir özenle, o çiçek bir gün gelir senin bahçende açar.
Sen birine dokunmaya kıyamazsın başkası bin parçaya
bölmüşken, başka biri de sana dokunamaz incitmekten korktuğundan.
Aslı iyi eden ellerinden yayılan peri tozunu savurdu Bodrum’un
rüzgarına, o tozlar gitti Uzay’ı buldu.
Bu masalda çok sevilsin, en sevilsin, hep sevilsin istediğim
insanların başında Aslı gelir… Ve ne zamanki kayıp bir çocuk geçip annesinden
kalan bir tablonun önüne “İçimdeki acıyı kötülük sanıyorlar anne.” dedi, o
günden beri en çok sevilsin istediklerim listesine ikinci sıradan giriş yaptı.
Uzay gibi her şeye sahip, şımarık, arsız, ipe sapa gelmez bir
çocuğun birini karşılıksız sevmesi ne demektir bilir misiniz? Mucize demektir.
Aslı bir mucizeyi yaşıyor ama gözlerindeki Ateş henüz çok yoğun olduğundan göremiyor.
Ama en azından biliyor, Uzay iyi birisi…
Süha’nın tüm parçaları birleştirdiği halde her şeyi kendi
öğrenmeye çalışmasına kızdım ama neyse ki Aslı bu aralar her şeyi Faryalı’ya
anlatıyor da mevzu hız kazanıyor.
Kos sahnelerine ayrı hayran kaldım, çok güzeldi, çok. Aslı’nın
hikayesini görmek istiyorum diye yazıp durduğum yazılara buradan selam
gönderiyorum, Aslı’nın hikayesi artık kalbimizde. Ve o kadar güzel ilmek ilmek
işlendi ki Başar Başaran ve Emre Özdür’ün ellerine, kalplerin sağlık.
Gelecek bölüm için heyecanlıyım ama tek bir derdim var
Faryalı yirmi yıllık hasretine kavuştu, lütfen artık liseli gibi sırıtmak
dışında o ilk tutkuyu görelim. Hani yazdan kalma bir günde, “Unutma beni,
unutama beni…” eşliğinde tişörtün içine konulan ‘yıldız’ kolyesi sahnesi gibi.
Fragman beni fazlasıyla heyecanlandırdı, bakalım gelecek
hafta neler olacak.
*Kuytu-Ada