“Bir insanın hayatta her bildiği mi yalan olur?”, “Benim bir
suçum yoktu, tüm bunları bana yaşatmaya hakkınız yoktu!” Ali’nin iç çatışmasını
özetleyen bu replikler bölümün başında üst üste geldi. Onu yaşadığı şokla baş
başa bırakmıştık geçen hafta, bu kez isyanıyla açtık perdeyi.
Yaşadığı çok ama çok ağır… Ayaklarının altından bütün zemin
çekiliverdi bir anda. Elbette bunu onun iyiliği için yapmıştı Rauf anne ve
elbette doğrusu da oydu ama gel gör ki Ali’nin bir anda tüm doğruları yerle bir
oldu. Önce enkazın altından çıkması, sonra hasar kontrolü yapması ve en sonunda
yeniden ayakta durmayı başarması gerek. Tek hamlede olacak işler değil. “Bugüne
kadar benim hiç kimsem yoktu ve olmasını da istemiyorum.” diyecek elbet. İçinde
yaşadığı sırça fanus kırıldı bir kere. Sadece kendine sığınacak, kendini
korumaya alacak. Şahin için, Derin için, hatta en çok Rauf Anne için bu, çok
ağır da olsa Ali’nin depremi atlatması adına şart. Rauf Anne’yi Rauf Abi’ye
çevirerek ilk uzaklaşma sinyalini verdi bile. O steril dünyasından çıkıp gerçek
hayatın kirli havasını teneffüs etmeye alışana kadar da çevresinde kim var kim
yok, kırıp dökecek.
Ben Bu Şehir Arkandan Gelecek’te Ali’nin hikâyesini
seviyorum demiştim. Onun değişimini, onun sancılarını ve onun yaşadıklarını…
Olayın bu merkeze oturtulmaya başlanmasını da bu yüzden çok sevdim.

Sana geldiğim yollara çığ düştü, yürünmüyor artık…
Aslında ben bu bölüm, pek çok şeyi sevdim. Geçen haftalarda
eleştirdiğimiz, “Yapmayın, etmeyin; yol yakınken dönün!” diye yalvardığımız
noktalara bir neşter vurulmuş gibi geldi. Umarım haklıyımdır. Aslı’nın kendi
duygularıyla savaşını gördük. Ali’ye iyiden iyiye bağlandığı hâlde aklının
sesini dinleyip Derin’le Ali’yi bir araya getirmeye çabalaması, artı aldı
benden. Her ne kadar Ali’den etkisine girdiğini görsek de “kötü kız” olmaya
soyunmayacak gibi, en azından şimdilik. Bu bence çok doğru bir hamle… Bu
noktada eleştireceğim tek yan Aslı’nın annesi… Biliyorum 140 dakikalık bölümü
doldurmak kolay değil. Yan hikâyeler, yan kahramanlar bu sebeple büyük önem
taşıyor; Aslı’nın annesi de bu nedenle öyküde tutuluyor. Bu bölüm Belgin’e olan
öfkesiyle kızına “Boşanma!” öğüdü verirken de hedef, bu. Ancak Ebru zorlama bir
tip ne yazık ki… Kendi ilişkisini batırmış, tutunacak tek dalı sosyal konumu
olan ve Belgin tarafından da sürekli bu noktadan vurulan bir sosyete dilberi o.
Açıkçası o tiplemeden karakter de olmaz, Aslı – Ali – Derin üçgenine itici güç
de… Ebeveynlerine duyduğu tepki nedeniyle evi terk etmiş, gidip bir yabancıyla
evlenmiş Aslı’ya, on yaşındaki çocukla konuşur gibi “Derin’le görüşmeyeceksin!”
direktifi vermek ve sırf Belgin’i deli etmek için kızının evliliğini onaylamak
sadece manasız oluyor ve inandırıcılığı ne yazık ki sıfır. Bence yapılması
gereken tez elden Ebru’ya “Güle güle!” demek, öyküyü o odaktan çekip başka bir
kanala akıtmak. En iyisi Aslı için bir başkasını getirin diziye… Âşık
olabileceği, Derin’le dostluğunu sarsmadan yoldan çekilebileceği bir alan
yaratın. Üstelik de yeni getirilecek bir karakter, öyküdeki itici güç açığını
da kapatabilir, eğer akıllıca kurgulanırsa. Böylece Aslı da izleyiciye
kazandırılır.

Beni benden başkası öldüremez, artık!
Çok beğendiğim bir başka vurgu da Belgin için yapılmıştı.
Geçen hafta Belgin’in belirsizliğinden rahatsız olduğumu dile getirmiştim.
Benim için inandırıcı değildi Belgin. Bu hafta, başlangıçta daha da yumuşamış,
kızına daha da yaklaşmış bir anne gördük. Kendi kendime “Belgin’i ‘iyi anne’ye
çevirecekler galiba!” diye düşünürken telefonuna Ali ile Derin’in kafede
buluştuklarını gösteren fotoğraf geldi. İşte o an, birdenbire karşımıza çıkan
Bora ile Belgin’i birleştiriverdi zihnim ve onun başta Derin hepimizi bir güzel
kandırdığına uyandım.
Derin’le konuşurken “Sevgin için neleri hazmediyorsun.”
dediğinde, Tekin’in Elif’e duyduğu aşkı kast ettiği barizdi. Belli ki Belgin’in
aslında hiç hazmedemediği de bu! Geçmişte bir şekilde Tekin’i avcunun içine
alıp onunla evlenmeyi başarmış. Kocasının Elif’e âşık olduğunu bile bile… Ancak
bu onu tatmin etmemiş. Kanlı canlı bir rakiple savaşırsın, hele Belgin gibi her
türlü düzeni, planı ustalıkla yapabilen bir kadın için bu zevkli bile olur ama
bir ölüyle savaşamazsın. Onun içindeki asıl hınç bu, anlaşılan. Geçmişte
yaşananlarda Belgin’in rolünü öğrendiğimizde asıl tehlikenin o olduğunu
düşünmüştüm. Tekin gibi anlık öfkeyle hareket etmiyor çünkü. Tekin’in aptal ve
duygularıyla hareket eden yapısının aksine; kurnaz, sakin, planlı üstelik
akıllı…
Belgin şu anda başta kızı olmak üzere Tekin dışında herkesi,
olaylarda hiçbir dahlinin olmadığına kolayca ikna edebilir. Asla ön plana
çıkmıyor. Aksine Tekin’i öne sürüyor. Derin, babayı engel; anneyi destekçi
olarak kodladı zihnine. Bu da Belgin’e rahat hareket imkânı sağlıyor. Planları
yürümediğinde de ihale Tekin’e kalıyor.
Kızına destek oluyor görüntüsü verirken Bora’yı bulup
Ali’nin peşine takması, Ali’yi öldürtme planı yapması gerçekten de şeytan gibi
bir kadınla karşı karşıya olduğumuzu gösterdi.
Ben “akıllı” kötüleri severim. Severim derken yanlış anlama
olmasın, alıp bağrıma basmaktan söz etmiyorum elbet ama hikâye için işlevsel
bulurum. Hem öyküyü ilerletir hem de ne yapacağını önceden kestirmek zor
olduğundan sürprizlere yol açar. Bu nedenle de Belgin’e hiç itirazım yok.
Son sahnede Ali’nin annesinin mezarı başında Tekin’i
görmesi, geçmişin üzerindeki bütün perdeyi kaldıracak gibi duruyor yani Tekin
açığa çıkıyor, işte tam bu noktada Belgin’in varlığı ve planları işleri
karıştıracak ve zenginleştirecektir. Bu yüzden Belgin’in devreye girmesini çok
sevdim.
Yazı devam ediyor..