Çarşamba günü yoğun bir iş günü geçirip, akşamına koşa koşa Kara Sevda’yı izlemek için televizyonun
karşısına geçtim. Uykusuzdum, yorgundum fakat sağ olsun bölüm de uykumu açmak,
yorgunluğumu alıp beni heyecanlandırmak konusunda bana pek yardımcı olmadı. Son
haftalarda bunu yer yer hissediyordum ama şu son iki bölümdür “yer yer”
olmaktan çıkıp, “sık sık” olmaya başladı. Sanırım ilk defa uykuyu tercih edip,
bölümü ertesi gün internetten izlemeyi geçirdim aklımdan, ki zaten bunun
reklamı da yapıldı Eda aracılığıyla. Ama bu düşünce kendi adıma hiç hoş bir şey
değil; hevesim kaçıyor demektir. Acı ama gerçek… Yatağımın üstünde, benim
tarafımdan dolaba kaldırılmayı bekleyen temiz kıyafetlerimi toparlamaya
üşenmeseydim cidden uykuyu tercih edebilirdim.
Ama üşengeçliğimin faydasını gördüm ve bu sayede Kemal’in
saraydan Deniz kaçırma kod adlı operasyonunu kaçırmadım. İyi ki üşenmişim de
televizyonun başından kalkmamışım. Çünkü bölümün en heyecanlı
anlarıydı onlar. Keşke aksiyona ulaşmak için gece 11’e kadar beklemeseydik de
ben de “Uyku mu? Dizi mi?” ikilemini hiç yaşamasaydım. Bunca yıllık izleyicilik
kariyerim boyunca hiçbir “iyilerin planının” başarıya ulaşmasını bu kadar çok
dilememiştim. Her şeyin gerçekten de Emir’in kontrolü altında olduğunu sandığım
için boğucu geçtiğini düşündüğüm bölümün sonunda, Kemal esaret zincirlerini
kırdı, kuşun kafesinin kapısını açtı ve onu özgür bıraktı. Ben de bu sayede epey
bir rahatladım. Ne yalan söyleyeyim, bölümün başında delirmiş Emir’i ve
Deniz’in boş yatağını görmüş olmama rağmen gene bir ters köşe olur ve Kemal
yönetim kurulu başkanlığı konusunda Emir’e bir gol atmışken, ikinci golü
atmasına da izin verilmez diye korkuyordum. Ama valizin içinden çıkan Zehir’i
görünce, önce bir kahkaha attım, ardından da plan başarıya ulaşacak diye rahat
bir nefes aldım.
Emir ve Deniz sahneleri gerçekten çok tatlış oluyor. Sanırım
gerçek hayatta da Kaan Urgancıoğlu ve minik Arven arasında sıcak bir ilişki var
ve bu durum onların sahnelerine de yansıyor. Dilerim benzer sahneler bu hafta
Kemal ve Deniz arasında da yaşanır. Kemal’in, kimse olmadan babalığının tadını
biraz çıkarmasını istiyorum. Kızına mamalar yedirsin, masallar okusun,
kucağında uyutsun, oyunlar oynasın… Tabii en önemli rehinesi elinden kaçmış, on
kaplan gücündeki ve kırmızı görmüş on boğa öfkesindeki Emir’in nefesi
ensesindeyken, Kemal yeniden nezarete atılacakken bu nasıl olacak bilemiyorum
ama hayalim bu yönde.
Koskoca Emir Kozcuoğlu'yum ama Beşir gibi ağaçların arasından aşıkları gözetliyorum.
Eskiden Emir’in oyunlarını tam olarak çözemez ve ters
köşelerde daha çok şaşırırdım fakat artık bu kadar kolay kanmıyorum. Ya benim
zeka seviyem arttı, ya da Emir yavaş yavaş çaptan düşmeye başladı. Kemal’i
üstüne sıçratıp onu yeniden hapse attırmak için Deniz’i yurtdışına kaçırmayı
planlıyormuş gibi yaptı fakat bunu öyle göstere göstere yaptı ki işin ucunda
neyi hesapladığını çözememiş olsam da, Deniz’i kaçırmayı, en azından şimdilik,
düşünmediğini anlayabildim. Pasaportları Nihan’ın yanındayken getiren Tufan’a
öyle bağırıp çağırmalar Emir Kozcuoğlu prodüksiyona yakışmayacak nitelikteydi.
Aynı performanssızlığı Deniz’i bulma konusunda da
sergilemesini istiyorum. İçimden bir ses Deniz’in, deniz kenarında bir şehirde
olduğunu söylüyor. Tabii, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke için bu çok
spesifik bir konum olmadı. Daha açık konuşmak gerekirse, Kemal’in güzel Deniz’i
güzel İzmir’e kaçırdığını düşünüyorum. Neticede İzmir’in dağlarında çiçekler
açar, altın güneş orda sırmalar saçar.^^ Zehra’nın yardımıyla, saklanmak için orada güzel
bir düzen kurmuş olabilirler. Keşke Zehra’nın pişmanlığına ve aşkına, Kemal ve Zehir
kadar ben de inanabilseydim. Eğer tahmin ettiğim gibi Kemal Deniz’i oraya
kaçırdıysa ve Zehra’nın kazığı neticesinde onu Emir’e yeniden kaptırırsa dev
hayal kırıklığı yaşarım, baştan söyleyeyim.
Yazı devam ediyor.