İnsanın gidenin ardından
"hayat devam ediyor" cümlesini duyması bir şey ifade etmiyor. Ancak
hayatın gerçekten devam ettiğini gördüğünüz zaman yeniden başlıyorsunuz yaşamaya.
Bugünkü bölümün en dikkat çekici anı İlknur'un hayatın devam ettiğini kabul
ettiği o gülüşüdür. Bir de tam aksi taraf var ki kalanlarla mutlu
olmaya çalışmanın, çabalamanın, yokluğu doldurmanın aslında ne zor bir durum
olduğunu gösterdi bize yeniden. Mezar başındaki Nazif Baba'nın içimize dokunan
o halleri. Horoz şekeri, leblebi tozu, çiçekler. Gidenler mutlu mu bilmiyoruz
ama kalanlar bir çiçeğin büyümesini bile bekliyor bazen mezar başında.
Gitmesine izin verseydin; bu kazağa sarılıp ağlıyor olacaktın. Bak şimdi ne güzel kendisine sarılıp gülümsüyorsun!
Birbirine
"en az yalan söyleyip", ilişkilerde yapılan en büyük yanlışı aşmış,
yani "diyalog" kurabilmeyi beceren iyi aşıklar olarak Mahir ile
Feride'yi gösteririm hep. Çünkü onlar çağın konuşamama hastalığını yenmiş
aşıklardır benim gözümde. Bu haftaki oldukça kısa sahne beni fazlasıyla
rahatsız etti. Çok iyi başlamıştı halbuki. Mahir'in eve gelişi, mutlu bir
Feride ile karşılaşması. Bir küçük sitem edeyim derken iki tarafın da
kuramadığı, içinde kalan cümleler. Sonra bir baktık sabah olmuş, Mahir meşgul
insan tabii gidiyor. Gene bir şahane sarılma. İşte sadece bu kadar. Sormadan
edemiyor insan; niye konuşamıyor artık bu ikili. Vakit mi yok? İki haftadır
sürekli olarak tekrar edilen "Belgin bu aşkın sebebi olacak" cümlesi
nedense beynimde dönüp duruyor hala. 40 defa dendi ise anladık biz, almasak
artık şu mesajı. Belgin bu aşkın kaderini değiştirecek güce sahip/miş gibi
olabilir ancak. Başka da bir şey yapamaz. Bundan zerre şüphem olsa bırakırım
diziyi. Yalanın ya da eksik bilgi vermenin (masum hale getireyim ben bu yalanı)
hiç yakışmadığı güzel bir aşk onların aşkı! Bu durum onların aşkına gölge
ediyor. Yalan da girince işin içine hepten tatsız oluyor, izlemesi çok yavan ve
yorucu geliyor.
Bol
Belgin sahneleri izliyoruz hatta düzeltiyorum bolca Belgin - Mahir sahneleri
izliyoruz. Mahir'i sürekli olarak bir yere yetişmeye çalışırken izliyoruz,
Feride'yi bu aşk için çabalarken! Peki bugün kaç dakika izledik bizim aşıkları?
Bu kadar dert içinde Mahir'in yolu eve düşer mi demeden edemiyor insan. Bence
düşemez. Bize de Belgin sahneleri ile sabır ve bolca tahammül inşallah.
Belgin'in
derdinin aslında ne kadar büyük olduğunu da gördük bu bölüm. Bu hikayenin
altından bir "taciz" olayı çıkacağını düşünmüştüm ama bu kadar derin
bir yerde durması beni etkilemedi desem yalan olur. Belki de Belgin'i güçlü
kılan acıları. Güçlü biri olmasa şimdiye bitmiş olurdu. Herkes gibi biri
olurdu. O yüzden hep dik, o yüzden kimseye eyvallah etmiyor. Sadece Vehbi. Ona
da eli mahkum halde! Buraya bir parantez açalım Funda Eryiğit bu kadar güzel
oynamasa böylesi güzel bir "Belgin" karakteri olur muydu? Yazan
kalemler de iyi yazıyor biliyoruz ama ona hayat veren de ayrıca bir takdiri
hakediyor bence. Bizi bu kadar deli edebildiğine göre üst düzey bir performans
çıkıyor demektir her hafta.
Mahir! Hadi bu Orhan hayta. Oğlum bari sen bir kontrol et evi.
Bölüm
"kardeşlik" üzerine olunca kardeş mevzusuna değinmeden olmuyor.
Kardeşlik vurgusunu; Osman'ın koşa koşa kötü bile olsa kardeş kardeştir mesaji
ile Necdet'e gitmesiyle ve Mahir'in son sahnede yüzündeki o muhteşem
"kardeşim" repliği ile anladık. Yoksa bu bölümün etiketi bile bir
hayal kırıklığı aslında. Dizide hep hem iyi, hem de kötü olabilecek güzel
örnekler izliyoruz kardeşler adına. Mahir iyi kardeş mesela, Orhan her daim
kötü biliyoruz. İlknur iyi abla, Songül hep bencil. Feride hep doğrudan yana
olmuş ama Melih bir yanlışın peşine düşmüş. Osman tertemiz ama Necdet hep
kötünün ardından yürümüş. Bir de kan bağı ile kardeş olmayıp gönül bağı ile
olanlar var ki demesek olmaz. Yasin'in Mahir ile kardeşliği en iyi örnek bence.
Bugün Vehbi'in odasında dosyaları araması -ki sadece bu değil canından oluyordu
neredeyse. Bu tam bir kardeşlik örneğidir. Orhan hep köstek oldu Mahir'e bugüne
kadar. Ama en mühimi Nazif Baba - Dalyan Rıza kardeşliği. Özledik mi ne? Keşke
bir şey olsa da bu kardeşlik ve dostluk yeniden kaldığı yerden devam etse.
Mahir'in
iyiliği çapı kadar büyük ama babasının yarasını sarmaya yetemediği gibi yeni
yaralar açıyor. "Bir baba için en ağırı bu, varlık içinde yokluklarını
yaşamak!" Bundan daha etkili bir cümle olamazdı. Bu cümle ile Mahir'in
ezildiğini çok iyi biliyoruz. Bir baba olarak her türlü yokluk ile savaş
veriyor şu an. Eşi yok, torunu gitti, iki oğlunun ne iş yaptığı meçhul! Yokluk
demişken; Nazif Baba'yı bugüne kadar hep kendi yağı ile kavrulurken gördük.
Sabah ceplerindeki bozuk paralarla kızına zor harçlık veren, geçim derdine
düşmüş hallerinden etkilenmemek olmuyor. Onun gururlu hallerini biliyoruz hep.
Şimdiye kadar hiç fakirlikten de dem vurulmuş değildi dizide. Sahi parası
olmayan biri çiçekleri, horoz şekerini nereden aldı?

Sen hep gül inşallah İlknur ama kime gülümsediğine de dikkat et!
Kırıldıkça
çoğalmak diye bir şey var aslında insanın hayatında. Kırıldığınız yerden
kaynamıyorsunuz da başka bir yerden sürgünler türüyor umudunuza. İlknur'un o
güzel gülümsemesinden bahsediyorum. Ama diyorum ya yanlış yerden çıktı o
filizler. O gülüşün yerini gene mi acılar alacak. İlknur Seyis aşkı tam gaz
başladı ve bu beni izlerken oldukça korkutuyor. Tam da hayata tutunup kalkayım
derken, hayatından olmasın bu defa ne olur! Ayten'in ikinci defa tecavüz
hadisesi ile karşı karşıya kalması, hem de bir zamanlar sevdim diyen Necdet
tarafından teşebbüs edilmesi bu olaya çok ilginç oldu. Necdet'i biliyoruz kötü
biri ama o değil miydi sırf bunu Ayten'e yaptığı için Turgut'u öldüren? Ayten
sahneye çıksın yeniden oraya çok yakışıyor. Osman ve başına yıkılan hayalleri
var bir de bu gece. Bu kadar kolay olmasaydı keşke deyip izledik olanları. Hep
mi kötüler güçlü bu dünyada, iyiler anlık mutluluklarla mı geçirecek hayatı?
Osman'dan kötü bir adam çıkar mı bilmiyorum ama Osman'a da bir hayat borçlandı
bu hayat artık. Aynı İlknur'a olduğu gibi, Mahir ile Feride'ye bir türlü
gelmeyen hayaller gibi, kızmayın ama Belgin bile alacaklı kısmen bu durumda!
Hala
umudum var aslında ama aşk bütün acıları da yener mi? Unutturur mu hayal
kırıklıklarını, yalanları?
Kordan
ateşi elinde tutmak hep daha zordur; çayın buharına üflemeye benzemez pek!
Buharın yakmasını istemezseniz korursunuz iyi niyetlerle sevdiğinizi, yansa
içiniz yanacak çünkü. Ama koru kim tutuyorsa yanarken gören olmaz o kişiyi.
Kimin mi işi daha zor derseniz; kordan ateşi eline alan hep daha çok yanar.
Bakalım
en çok bir nefesle korumaya çalışan mı yoksa bizzat ateşi tutan mı daha çok
seviyormuş. Görelim bunları şu zor sınanmaları!
*Kız Çocuğu - Nazım Hikmet