‘Ben niye böyleyim Nihat?’
Fikret Aksu ya da
dostlarının deyimiyle ‘Fiko’, küçük bir adamdı.
Hem boy pos olarak
hem de dünya olarak. Küçük bir mahallede yaşar, küçük işler kovalar, küçük
paralarla üç çocuğuna bakardı erkek başına. Kankardeşi Nihat’ın küçük kahvesinde
küçük esnafla, küçük sohbetler ederdi.
Dünyası küçüktü küçük
olmasına da, içinde kopan fırtınalar diziyi dört sene götürecek kadar güçlüydü. Haline
vaktine bakmadan aşık olur, üzerine bol gelen bu aşkla ne yapacağını bilemez,
bocalayıp dururdu. Dengesi bozulur, kimyası değişir, hah şimdi işler yoluna giriyor derken kendi
kurduğu dünyanın altında kalırdı. Tam biz ‘Yok, Fiko iflah olmaz artık.’ derken
de bir şey olmamış gibi ayağa kalkar, üstünü başını düzeltir, tozları silkeler
ve yaşamaya devam ederdi. Şimdiki televizyon karakterlerinde olmayan bir
meziyete sahipti Fiko; Mutsuz olmayı kendine çok güzel yedirirdi.
Aşkını kalbine gömer,
yüzünü ekşitir, omuzlarını düşürür ve mahalleden birinin olmadık bir derdine koşardı,
yaşamının amacı buydu.
Güçlü, bağımsız,
güpgüzel ve çok akıllı kadınları sevdi hep. İlk aşkı İpek, kimselere benzemeyen
Deniz, serseri Elif. Hiçbirinin de bu 3 çocuklu dul adamla oluru yoktu ya, işte
gönül bu. İpek onu ikinci kere terk edip gittiğinde, aşktan ve çaresizlikten en
gözü döndüğü anda bile kendi canına kıymaktan başkası gelmedi Fiko’nun aklına.
İsyan etmedi, sessizce gitmek istedi, onu da beceremedi.
Hep tuttu kendini
Fiko, kontrollü davrandı. Elalem ne der dedi; çocuklarının, babasının, eski
karısının, abisinin, dedesinin derdinden bir türlü kendi derdine gelemedi. İçine
kapandı da kapandı, ihtimaller denizinde boğuldu, keşkelerle yoğruldu,
acabalarla boğuştu ve nihayet 4. sezon 137. bölümde patladı. Hem de ne patlayış,
Çengelköy Meydanı ister gerçek ister kurgu, böyle bir patlayış, böyle bir
varoluş sancısı görmemiştir.
Neredeyse beş dakika
süren bu efsane sahnede kendini, hayatını, varoluşunu sorgular Fiko ağlayarak. ‘Yaşıyor
muyum, ölü müyüm?!’ diye sorar kan kardeşine. Son aşkının gidişine isyan
ederken, ilk aşkının ismi bir mobilya markasının tabelası olarak kadraja girer.
Sonunda dayanamaz, fiziksel
olarak da hesaplaşmaya başlar mahallesiyle. Yumruklar, tekmeler, bağırır. Duvarlar,
kepengler, tabelalar, eşyalar cevap vermez, öylece dururlar. Onların değişmeye
niyeti yoktur, ağzıları dilleri yoktur. Normalin dışına çıkamayıp, sevdiğine ‘gitme’ diyemeyen Fiko verdiği kararda
yalnızdır.
Bu enfes tiradın
sonunda kollarına yığılıp kaldığı Nihat da yanıt veremez sorularına, zaten Nihat
felsefe yapmayı falan da bilmez. Onun işi düşerken Fiko’yu tutmaktır.
Fikret Aksu ya da
dostlarının deyimiyle ‘Fiko’, büyük bir adamdı.
Her türlü mutlu sonu
hakeden, yakışıklı bir insandı. Arzu Film filmlerindekiler gibiydi biraz, biraz
biz büyürkenki abiler gibiydi, sakin ve derindi.
Süper Baba şimdi çekilse;
Fiko’nun kızı kötü yola düşer, oğlu mafyaya karışır, dedesi de uyuşturucu
batağına saplanırdı. ‘Büyük’ sahnelerle dolma saran teyzelerin kafalarını
kaldırıp ekrana bakmaları sağlanırdı. Her bölüm ‘yüksek’ finaller yapar, herkes
herkese bağırır, en olmadı daimi olarak ağlardı.
Ama işte o zaman izlediğimiz
şey ‘dizi’ olurdu da, ‘masal’ olmazdı.