Gönül İşleri
baştan beri biraz masalsı bir yol izliyor. Anlattıklarının sıcaklığıyla o
aradaki akla çok yatkın olmayan şeyleri görmezden geldiğimi ben de, baştan beri
söylüyorum. İşte onları, bu bölümde görmezden gelmek benim için biraz
zordu. O sevdiğim günlük sevimli diyalogları bu bölümde bulamadığımdan mı,
yoksa artık umduklarımla bulduklarımı tartan terazinin kefeleri, fazlaca
dengesizleştiğinden mi bilmiyorum, benim açımdan biraz sıkıcı bir bölümdü.
Pazar akşamları sıcak çikolatamı alıp battaniyemin altında loş ışıkta
gülümseyerek izlediğim Gönül İşleri, bu
bölümüyle ışıkları sonuna kadar açıp elimin telefonuma, gözümün duvarların
boyasına, aklımın “öff pazartesi de yine ne çabuk geldi” fikrine gidip geldiği
bir akşam yaşattı bana (sıkıldığı bölümlerde tavan ve telefon arasında gidip
gelen ranini.tv yazarı arkadaşım Ece Tabakoğlu’nun tanımlamalarına gerek
duydum)… Benim için Gönül İşleri’nin
kredisi hala mevcut elbet, ama biraz endişe de duymuyor değilim, hadi hayırlısı
diyerek bu hafta yaşananlara geçelim.
Kapı önünde cilveleşen bir adet Servet-Yılmaz çifti tatlılığı
Geçen hafta, ilişkilerini
tamirleme turlarında bıraktığımız Servet-Yılmaz çiftinin Servet’ini, bölümün
daha ilk saniyelerinde kendi kendine Yılmaz’la didişirken bulduk. Servet, artık
hamileliğini Yılmaz’a söylemek istiyordu. Ancak evliliğin ilişkilere en büyük
kazanımı olan “diğer tarafın ne söyleyeceğini az-çok tahmin etme” yeteneği
sayesinde, alacağı cevaplarla daha çıkmamış bir kavgayı kafasında tasarladı.
Zaten az kavga eden çiftlerin sırrı; öyle her konuda aynı fikirde olmaları
falan değil, taraflardan birinin bu yeteneği kazanmış olması ve “şimdi niye
durduk yere huzurumu bozayım, bari kavga çıkmasın” diye diyalogları önceden
tasarlamasıdır. Oluşabilecek tüm olumsuz diyalogların önsözlerini tasarlayan Servet,
bunları arkasında bırakıp, Yılmaz’a hamilelik meselesini anlatmaya gitti ama ne
mümkün, olaylar olaylar… İlk hamlesinde sonuç sadece geçirdikleri güzel vakit
ve Yılmaz’ın aklımızda kalan sözleri oldu: “zaman dursun da sana şöyle biraz
bakayım Servet’im”. Servet, kızların telefonuyla, hiçbir şey söyleyemeden
aceleyle ofise döndü.
Çünkü Alev’in yanında çalışan
birinden aldıkları istihbarata göre, Türkiye’nin en güçlü 10 kadınından biri
olan Dilara Hanım, Alev’in firmasını arayıp, oğlunun düğününü organize etmesi
için Servet’i sormuş, Alev Servet’in ayrıldığına girmeden, o an kendisinin
müsait olduğunu söyleyerek işi almaya gitmiş. Kızların gazıyla Servet, iş
kulvarında da Alev’le mücadeleye karar verdi. Kendi gönül işleri nedeniyle bir
işi daha tam kaçırmak üzereydiler ki, Dilara Hanım yaralı kadın kontenjanında
yer açtığı Servet’e bir şans daha tanıdı ve düğün öncesi bir yemek organize
etmelerini istedi. Yazımın başında bahsettiğim, o günlük hayata pek uymayan
durumlar da, benim için bu sırada yaşandı. Birazdan bunlara değineceğim ama
niyetim önce masalsı aşklarımızın etrafında biraz daha oyalanmak…
-Seni ihbar ettim, şimdi n'apacaksın bana?
-Seni daha çok seveceğim.
Masalsı aşklarımızın en
etkileyicisi olan Asrın-Saadet cephesi yine karanlık köşelerde karşımıza çıkan The
Dark Knight Asrın ve romantik sözleriyle pek şenlikliydi. Asrın, geçen bölüm
Komiser Kemal’in tetiğinin ucundan, kimliğini bilmediğimiz adamlar tarafından
kaçırılarak kurtulmuştu. Adamlar, tahmin ettiğimiz gibi Asrın’dan kazık
yiyenler tabi… Kayıplarının telafisi için Asrın’ın hırsızlık yapmasını istediler,
ama Asrın’cım o işleri bıraktı, onunki artık tamamen gönül işleri… O böeyle
dese de, Asrın’ı tehdit etmek kolay, Saadet de; Asrın akan suları durdursun.
Saadet zaten onu ihbar ettiği için vicdan azabı içindeydi, Asrın bir kez daha
kızın karşısına çıktı, Saadet’in ayarlarıyla iyice oynadı. Ekmek almaya giden
Saadet’i tenhada kıstırıp romantizme boğan Asrın, ona bir kez daha kaçmayı
teklif etti. Asrın’cım, senin için Saadet denince nasıl akan sular duruyorsa,
bizim için de o ettiğin romantik laflar, o aşk dolu bakışlar aynı, her şeyi
unutabiliriz. Ama bu kadar çetin bir hırsızsan, kızı alıp gittiğinde,
belalılarının kızın ailesinin peşini bırakmayacağının da farkında olmalısın
değil mi? Bu, üzerinde fazla düşünülmemiş, “babasının vermediği kızı kaçırmak”
planından daha komplike olmayan plan sana yakışıyor mu? Biraz yaratıcılık
lütfen!
Haftaya Saadet'in sinirlendikçe kırıp çırptığı yumurtaları saymayı planlıyorum.
Saadet’in bir de karşı
koyamadığı Komiser Kemal’e olan hisleri var. Ama nedense bunları tek başına
kaldığında pek düşünmüyor. Kemal karşısına çıkınca da tribini atıyor Saadet. Ne
olduğunu öğrenmek için aradığı Kemal’in başına gelenleri öğrenen Saadet, önce
Kemal’in buluştuğu şu gizemli kadının kim olduğunu, sonra da Asrın’dan
kopardığı Leyla isminin arkasındaki gerçeği öğrendi. Yalnız Asrın, Saadet’e
“Leyla kimmiş, Kemal’e sor bakalım” derken bu sanki Komiser Kemal’in bir
açığıymış gibi davrandı. Oysa öğrendik ki, Leyla Kemal’in ablasıymış ve o da
Asrın’ın kurbanlarından biri olmuş, sonra da intihar etmiş. Eee bu Kemal’in
değil, Asrın’ın utanması gereken bir durum değil mi?
Şu çocuğu böyle utangaç utangaç gülümsetmek varken, sen hep kapı arkalarında üzgün suratla bakarken bırakıyorsun Sevda!
Masalsı aşklarımızın 2
numarasında bu hafta Bedir-Sevda çifti var. Geçen bölüm Tibet, Bedir’in
planladığı evlenme teklifinin üstüne konmuştu. Sevda, yine cevap veremediği her
durumda yaptığı gibi, çareyi topuklamakta bulmuş. Onun arkasından önce Tibet,
sonra Bedir evinin kapısına geldiler. Tabiî ki devamı itiş kakış, kavga
gürültü… Neyse ki bu defa fazla kan dökülmeden Muzaffer Amca, ikisini de postaladı.
İlk başlarda Muzaffer Amca’yı bu kadar seveceğimi söyleseler inanmazdım, bu
hafta bir de sıkı bir pembe dizi fanı olduğunu öğrendik, kendisine sevgim arttı.
Ayaküstü bir Yalan Rüzgarı, bir Manuela hatırlatması yaptı bize. Hizmetçi
Bernarda’nın kızıydı değil mi o Isabel… Neyse, biz hikâyemize dönelim, bütün
gün bir arada olup, didişip birbirlerine cilveli bakışlar atmaktan öteye gidemeyen
Bedir-Sevda çifti, artık hislerini kelimelere dökmeli. Hani Bedir bir ara
Sevda’ya her şeyi anlatmaya karar vermişti, ne oldu? O en sondaki, önce kavga, sonra
öpüşme kısmını baştan beri bekliyorduk, mutlu olduk da, ama sonrasında gelen
tokat ve ne diyeceğini bilemeyen Sevda’nın kaçışı, oldu mu? Bir oturup konuşun
artık değil mi canım, neyse buna da birazdan döneriz.
Şimdi gelelim, 3. çiftimiz Yılmaz’la Servet’e… Kapıların önünde
sarılmalar, telefonda cilveleşmeler şeklinde, ilişkilerini canlandıran bu
çiftimiz için hayat hep böyle gidecek değildi elbet… Servet, hamileliğini
söylemek için, bir kez daha harekete geçti ama bu kez de Yılmaz’ı Alev’in
kapısında buldu. Olay göründüğü gibi Yılmaz’ın ikisini birden idare edişi değil
elbet, kim bilir yine neler çevirdi o Alev! Zaten Yılmaz’ın daha önceki gergin
tavırlarından bir şey olduğunu anlamıştık, ister misiniz o Alev, Servet’ten
önce davranıp Yılmaz’a “ben hamileyim” desin! Olur olur, Servet’le Yılmaz’ın
hikâyesini bu bölüm burada kapattık, haftaya Alev’in ne yaptığını öğreniriz,
hadi hayırlısı.

"
Sevda'yı ikna etmek için bunu yapmam lazım ama annemden de çok tırsıyorum."
Hikâyemizin hiç sevilmeyen
çiftler kategorisindeki 1 numarasıysa Tibet-Sevda çifti. Tibet, bölüm boyunca
Sevda’nın peşinde döndü durdu. Hayaller, romantik sözler, hani bilmesek
inanacağız. Ama tabiî ki annesinin, Tibet’in evlenme teklifinden falan haberi
yok. Organizasyon peşinde koşarlarken, Sosyetik Dilara Hanım, Servet’e “evimde
bir yemek organize edin, kendinizi beğendirin, düğünü de siz kapın” diye ikinci
bir şans vermişti. Bedir ve Sevda da bu yemekte garsonluk yapacaktı. Bunu
öğrenen Lale Hanım da, oğlunu alıp gelmiş. Sınıf farkına dikkat çekip, Sevda’yı
zor durumda bırakmaya çalışan Lale’nin planı ters tepti, Tibet kendisinden hiç
beklenmeyen bir cesaretle, Sevda’ya evlilik teklifini herkesin ortasında
yineledi. Garibim Bedir’e yine arkalardan melül melül bakmak kaldı. Sevda bu
kez kaçmadı, ama bir cevap da vermedi, sadece teşekkür edip Tibet’e inandığını
söyledi. Bedir’le yalnız kaldıklarında ise Bedir’den “dur yapma”yı bekledi ama
boşuna. O da Bedir’in üstüne üstüne gitti, alışılageldiği üzere “önce didiş
sonra öpüş” onlar için de gerçekleşti. Ama hala tek kelime yok, Sevda yine
kaçtı gitti. Tibet’in karşısına da onu arayan aşiretliler çıktı, onlar için de
bir hadi hayırlısı diyelim.
Dilara Hanım’ın hayatı da
öyle göründüğü gibi gül bahçesi değil, o da kocasından yana dertliymiş. Verdiği
davette misafirleriyle ilgilenmekten çok, Sevda-Bedir-Tibet-Lale dörtlüsünün
arasında ne olduğunu çözebilmek için onları izleyip durması, Tibet’in herkesin
önünde yaptığı teklifi alkışlaması, Lale’ye soktuğu laflar falan tam Muzaffer
Amca’nın bahsettiği Yalan Rüzgarı-Manuela devrinden kalmaydı. Neyse… Dilara
Hanım’ın evindeki davette tüm bunlar yaşanırken, arka tarafta karanlıklar
prensimiz Asrın Saadet’in karşısına çıktı, kızı bayılttı, kucakladı, kaçıracak.
Türkiye’nin en önemli 10 kadınından biri diye lanse edilen Dilara Hanım’ın evi
de pek ayakaltıymış. Tamam, Asrın tecrübeli, ama evden çıkmak için kız
kucağında kaç tane kapı gezdi, bir Allahın kulu çıkmadı karşısına… Evin
kapısında da Asrın’ın belalıları bekliyormuş, kızı bırak, Dilara Hanım’ın
gerdanlığını çal diye eve geri gönderdiler onu. Böylece Asrın için hadi
hayırlısı bile diyemeyeceğimiz kadar karıştı işler.

Benim gönül işlerinde en
sevdiğim kısımlar olan Muzaffer Amca’lı, kapıdan izlemeli, fırça çekmeli
kısımlardan bir kareyle bu haftayı sonlandırıp, önümüze bakalım.