Nefret
aşkın kayınçosudur.
Ne
yazık ki ellerinde uğraşabilecekleri bir Sefer&Sema çifti kalmayan
senaristlerimiz, senaryoyu dâhiyane klişelerle zenginleştirmek için
Ayşegül&Poyraz çiftini seçmişler. ^^ Bu gelişmenin üzerinde geçen hafta
fazlasıyla durduğumu düşündüğüm için tekrar eleştiri yapmayacağım. Fakat genel
anlamda tek bir duruma yoğunlaşmış bir bölüm izlememiz nedeniyle değişik
eksenlerde tartışabileceğimiz konu başlıkları da çok mevcut değil.
İsa-Taşkafa-Ümran
üçlüsü bütün bölüm boyunca çeşitli yerlerde çıktılar karşımıza. Bu ailevi
problemin çözülmesine sevindim çünkü izlemesi katiyen zevk vermeyen daha fazla
İsa ve Taşkafa sahnesi görmek istemiyorum. Songül-Sadrettin-Fatih üçgenine
girmeye de çok hevesli değilim. Songül’ün aşık hallerini izlemek güzel olsa ve
Sadrettin’i pek çok açıdan sevsem bile bu yaratılmaya çalışılan aşk bana
samimiyetsiz geliyor. Melis diye bir karakterimiz vardı hani, ne oldu ona?
Fatih bu kızımızın zengin olduğunu öğrenip onu kullanmaya başlamıştı da Songül’e
yakalanmıştı sonra? Songül’ün Fatih’e inanmasını geçtim de, Fatih’in Songül
aşkı hangi ara alevlendi, onu biraz kaçırmışım ben. Eğer Songül ve Fatih’i
benimsememizi bekliyorsanız Fatih’i serseri delikanlı tavırlarından kurtarmanız
gerek. Bir yandan mafya ortamı da hoşuna gitmeye başladı. Havasından mıdır
nedir bilmiyorum, eve giren kendini bozmadan çıkamıyor.
Benden önce delirmiş, çok kıskandım.
Meltem’in
muazzam deliriş hikâyesi takip etmesi keyifli durumlardan biriydi. Hare
Sürel’in oyunculuğuna sanıyorum hep birlikte hayran kaldık zaten. Zülfikar’ın
bir zamanlar Çiğdem’e yaptığı “Mutlu olmamız gerek.” konseptli konuşmanın bir
benzerini Meltem’le gerçekleştirdiğine şahit olduk. Bu mutluluk lafını da
fazlaca duyuyoruz son zamanlarda, pek hayra alamet değil ne yazık ki. (bkz.
Sefer’in ‘İnat ettim, mutlu olacağız.’ laflarının hemen ardından nikâhta
‘Hayır’ diyen Sema.) Meltem’i delirtirken araya bir de sosyal mesaj
sıkıştırmayı eksik etmeyelim deyip güzel de yapmışsınız aslında, ama Zülfikar
devamlı Meltem’in ilaçlarını vurgularken bir gariplik mi var bu işte diye
sorgulamaması biraz üzücü olmuş. Üstelik işin içine akıl hastanesi filan girdi,
bu doktorlar hiç mi sormadı bu kız hangi ilaçları kullanıyor diye? En azından
hemşireyi bu konuya değinirken bir görseydik mantık hatalarından biraz kaçınmış
olurdunuz. Yine finale istediğiniz gibi götürebilirdiniz Meltem’i.
Bu
intihar teşebbüsünü de beklemiyordum açıkçası. Akıl hastanesinde kendini aşağı
atmak o kadar kolay olabilir mi bilmemekle birlikte, bu işin içinden öyle naif
ters köşelerle çıkamayacağımıza inanıyorum. Hatta mekân akıl hastanesi olunca,
aklıma ister istemez Poyraz’ın 70. Bölüm’deki repliği geliyor: “Bir adam var,
bir de bir kız. Birbirlerini çok seviyorlar. Sonra bir tanesi ölüyor. Diğeri
dayanamıyor, akıl hastanesine kapatıyorlar.” Poyraz bunları kendi hikâyesinin
sonunu soran Cevher Albay’a söylüyor. Yine de Meltem’i öldüren senaryonun
Zülfikar’ı akıl hastanesine kapatması ne kadar trajik olsa da güzel bir ters
köşe sayılabilir. Tabii bu yola gidilmesi dizinin sonuna yaklaşıyor olduğumuzu
gösterebilir. Ayrıca bu durum Çınar ve Nevra’yı Poyraz’a karşı öne geçirir.
Kötülerin kazanmaya başlaması aklımıza ‘Poyraz karanlık tarafa mı geçiyor?’
soruları getirir ve benden duymuş olmayın ama biz bunu dört defa filan yaşadık.
^^ Ölecek bir Meltem ve akıl hastanesine yatan bir Zülfikar’la çıkmayacaksak
işin içinden, işlerin nasıl gelişeceğini bilmiyorum. O nedenle Meltem’in
akıbetini hayli merak ediyorum.
Sadık
erkek yoktur, sadakati sınanmamış erkek vardır.
Nevra
ve Çınar ikilisi git gide daha korkunç bir hal alıyor. Açıkçası Çınar hâlâ ne
istediğini tam bilmiyor. Ayşegül’ü üzüp mutlu mu olacak, Ayşegül’ü kızdırıp
intikam mı alacak çözemiyorum. Zira ilk başlarda kendisinden nefret etmesini
istediğini söylüyordu, şimdi kendisine yaşattıklarının aynısını ona yaşatmaya
çalışıyor. Nevra’nın psikopat kötü tutumları karşısında önce dumur olan Çınar,
çok vakit kaybetmeden annesine duyduğu hayranlıktan bahsetmeye başlayıp buna
kendisi de şaşırıyor. Duydukları nefret ve kurdukları oyunu zevkle izlemelerine
bakacak olursak tam bir Roket Takımı’na dönüştüklerini söyleyebilirim. Ne
diyeyim? İyi olan kazansın.
Taşkafa’nın
seri katille olan ilişkisinin de taa geçen sezonun başında birden bire ortaya
çıkan ve nereden geldiğini asla öğrenemediğimiz kuzuya, pardon Pamuk’a
bağlanması oldukça şaşırdığım bir durum oldu. Ben Taşkafa’nın memleketten
çocukluk arkadaşı, beşik kertmesi olma ihtimalleri üzerinde duruyordum renkli
gözlü ve silahlı ablamızın. Unutulduğunu düşündüğüm kuzu meselesinin de birden
bire ortaya çıkması… Ya siz diziyi mi bitiriyorsunuz, doğru söyleyin?!
Yazı devam ediyor...