Bölüme damgasını vuran soru: "KUZUM NEREDE?"
Şüphe kadar insanın içini hamam böcekleri kaplıyormuş hissi yaratan çirkin bir duygu yok bence. “Gözüm kapalı güvenirim, bir an bile şüphe etmem.” sözleri yalnızca bana mı çok beylik, çok yukarıdan bakıyormuş hissi yaratır acaba? Birinden şüphe etmeyecek kadar çok sevmek.. Ne bileyim.. Çok yüce, çok imkansız sanki biraz da ütopik. Ama söz konusu Poyrazcım Karayel olunca işler biraz değişiyor..


"Gözünle görsen bile inanma" sözü hiç bu kadar anlamlı olmamıştı.

Normal şartlar altında sevdiği kadının gözlerini Ece Ayhan’a, burnunu İlhan Berk’e hele ki saçlarını Cemal Süreya’ya benzeten yetişkin bir Poyraz Karayel’in dünyanın en güzel Ayşegül’ünü aldatmaması lazım. Lazımdı yani öyle değil mi? Poyraz, Ayşegül’ü aldatır mı? Dünyadaki bütün Eda’lar, dünyadaki bütün alkollü içkileri alıp gelse ve hatta dünyanın bütün ilaçlarını da yanında getirse cevabın hayır olması gerekiyor. Son pişmanlığın hiçbir zaman fayda etmeyeceğini “O son birayı içmeyecektim.” önermesi ile Poyraz üzerinden vermeye çalıştılarsa gayet başarılı olduklarını söyleyebilirim. Ancak üç sezondur “Ayşegül- Poyraz aşkı” denilen kavramı yaratan bir hikaye sanıyorum ki “Sevgiliniz sizi aldatsa bile onu affeder misiniz?” sorusunu sorarak, kadın dergilerinin test sayfalarına taşınmaz. 70 küsur bölüm boyunca, “Hayır, olamaz! Of işte şimdi izlemeyi bırakacağım, saçmalık.” tepkilerinin verilmesinin ardından hep bir oyunla, önceden yapılmış bir planla geri dönüldü. Bu kez de aynı yola başvurur muyuz? Daha doğrusu eğer yine böyle bir geri dönüş yaşarsak memnun kalır mıyız?  Bütün linçlere karşı gardımı alarak itiraf ediyorum ki, planlı oyunlu bir geri dönüş istemiyorum. Eğer öyle olursa, "Yetişkin bir Türk dizisinin kendini ne kadar tekrar edebileceğine." dair rekoru kırmış olacağız ki, bu da beni bir parça kıracak. Ancak öteki türlü de Eda da Poyraz da ortada kalacak, hikâyeye nasıl katkısı olur göremiyorum. En iyisi beklemek diyeceğim ancak elbette ki en iyisi beklemek değil. Hemen fragman, yeni bölüm gelsin de biz de önümüze bakalım.

Öte yandan isim vermeden “Falancanın başına gelenleri duydun mu?” diye Çınar’ın yaşadıkları anlatılsa, eminim şimdi verdiğimden daha farklı tepkiler verirdim. Ancak söz konusu şahıs Çınar ve kendine güvensiz, yönlendirilmeye müsait kişiliği olunca empati israfı yapmak istemiyorum. Nevra zaten “Ben kimseden yardım istemem.” diyecek kadar kendinden emin, olayları istediği şekilde yönlendiren bir kadın. -İzlerken zevkten dört köşe olmam umarım bana özgü bir hal değildir- Çınar’ın saplantılı bir aşık hali ise midemi bulandırmak dışında başka bir etki yaratmıyor. Gittikçe anneciğinin kötülüklerine hayran kalan Çınar şımarık bir sünepeden başka bir şey değil, üzgünüm. 

Mesafeleri, bilhassa da boşlukları çok seven ben söz konusu Poyraz Karayel olunca hikâyedeki boşlukları sevemiyorum. Final bölümündeki Ayşegül- Çınar buluşması mesela... Aldatıldığını öğrenen bir kadının -hem de böyle bir şeyin ihtimal dâhilinde bile olmadığını düşünen bir kadının- tüm gerçekleri öğrenmek istemesini anlarım. Ve hatta kendisini öldürmeye yeminli bir psikopatın yanına bir koşu gitmesini de kendimi zorlayarak anlayabilirim. Ancak bir dakika durup soluklanmak lazımdır belki de Ayşegül? “O kameranın orada ne işi var, Çınar bu olayların nasıl oluyor da içinde oluyor?” diye düşünmek gerekir herhalde. Hadi bunu da geçtim umuyorum ki Nevra bu işe de uygun bir kılıf bulmuştur. Çünkü bu gözler gördüğüne, bu kulaklarda işittiğine inanır. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER