“Ah mine'l-aşk ve mine'l-garaib…”*
Ah Aslı...

“Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: anne.” diye bitirir Didem Madak, Annemle İlgili Şeyler isimli şiirini.

Aslı’yı yatırıp dizime, annesiz uzattığı kıvırcık saçlarını okşarken Didem Madak okumak isterdim. Aslı’nın hüznüne en çok Didem Madak ortak olur çünkü.

Aslı… 

Kimsesiz değil ama annesiz, sevgisiz değil ama güvensiz…

Aslı… 

Bir çiğ tanesi kadar duru ve parlak… Göçmen kuşlar kadar savruk ve evsiz barksız.

Oysa Aslı bir göçmen kuş değil… Oysa Aslı’nın evi var duvarlarla örülü, insanlarla örülü…

Oysa Aslı uzatsa elini tutacak olanı çok ama anne gibi değil.

Aslı onu arıyor işte, anne gibi olanı bulmak istiyor önce, sonra atmak ‘gibi’ kısmını. Öz olmak, bütün olmak istiyor. Aslı tamamlanmak istiyor artık.

Eksik büyümüş tüm çocuklar gibi. 

Uzay gibi… Ah Uzay!

“İçimdeki acıyı kötülük sanıyorlar anne.”

İnsan konuşur da kendiyle, bakıp da annesinin tablosuna der mi, kurabilir mi böylesine çarpıcı bir cümle? Uzay kurdu, kurduğu gibi de savurdu bizi hüznün kıyılarına.

Uzay, bir tek ‘anne’ söz konusuyken gerçekten bakıyor, gerçekten konuşuyor, gerçekten duyuyor. Uzay, bir tek ‘anne’ denildi mi tüm maskelerini indiriyor. Acısını göremesinler diye, kimse zayıf olduğunu düşünmesin diye örmüş o duvarları bir bir. Şimdi bakarken Aslı’ya, tüm kalkanları saydamlaşıyor, en yalın en Uzay haline bürünüyor.

Çünkü biliyor, bir tek Aslı gerçekten bakarsa görecek özünü.

Asla Aslı&Uzay istemiyorum, bu dizinin başından beri emin olduğum ve beklediğim tek çift Aslı&Ateş’ken bunu istemek kendime saygısızlık olur ama arkadaş olmalarını umuyorum.

“Annesiz büyüyen çocuklar doğum günü pastası sevmez zaten.” 

İki insanı birbirine bağlamak için fazlasıyla yeterli bir cümle, bunu boşa harcamasınlar istiyorum ama asla Aslı’ya aşık bir Uzay da istemiyorum. Dost olsalar, birbirlerinin omzunda ağlasalar, olmaz mı?


Yazı devam ediyor.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER