Karlı bir İzmir akşamında, içimi ısıtan bir Hayat
Şarkısı bölümünün ardından bir kez daha hayatı sorguladım. İnsan, kendine ne
iyi geliyorsa elinden geldiğince onu yapmalı. Belki güvendiği bir limana
sığınmalı, belki yalnız kalmalı, belki de içinden geçen her şeyi dışına
saçmalı.
Nasıl güçlü bir kadınsın sen Hülya!
Dalgalı bir gecenin ardından Hülya, güvendiği limana
sığınmayı tercih etti. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Hülya’nın cesaretle,
önüne gelen hiçbir engele çarpmadan yürümesini çok seviyorum. Bir yandan buruk
bir şekilde verdiği kararlar onu dizginlemeye çalışsa da dimdik durabiliyor
Hülya. Düğme’yle girdiği büyük sınavdan başarıyla geçmesine rağmen evlilik hanesine
yazdığı eksi, omuzlarını düşürse de o eve güçlü bir kadın olarak girebilmesi
Hülya’yı Hülya yapmıyor mu zaten? Arabada yüzüne oturan hüzün, Mehmet’e
sarıldığında hayal kırıklığına döndüğünde kalbindeki kırıklar bizim de
kalbimize batmıyor mu?
Gözlerine hüzün de pek yakışıyor...
Peki ya Kerim? Yalnızlığı kendine en büyük armağan olarak
gören Kerim, yalnız kalmanın ona en çok acı veren şey olduğunu anlayamadı mı
hala? Ya da anlamasına rağmen anlamamazlıktan mı geliyor? Kerim’in hayallerini
bu dünyadaki birçok şeyden daha çok önemsiyorum. Yıllarca emek verip bir
yerlere geldikten sonra tutunacak dalı kalmayan Kerim’e hayallerinin peşinden
koşmasından dolayı kızamam ama boşanma lafını ortaya atmasından dolayı kızarım.
Gözlerinin derininde kaybolalım mı Hülya?
Bir yanda 40 yıla acı, tatlı birçok anıyı sığdıran Bayram
Bey ve Süheyla Hanım varken ilk sorunda boşanmanın arkasına sığınan Kerim’e
kızarım. Meseleyi hiçbir şekilde küçük görmüyorum, bir adamın başına
gelebilecek en kötü şeylerden biri. Ama Kerim’in yapamayacağı şeylere sığınarak
kendini de, Hülya’yı da yıpratmasına üzülüyorum. İşte tüm bunlar çocukluğuna
kulağını tıkamasından dolayı geliyor başına. İçindeki çocuğu dinle Kerim, 8
yaşındaki Kerim’e kulak ver.
Sizi görünce içimde kelebekler uçuşuyor <3
Hülya’nın da Kerim’in de ferah günler yaşayabilmesinin tek
anahtarı çocukluklarına sarılmaları. O kadar kilit bir noktada ki geçmişleri…
Ve artık HülKer’i aşarak, çevrelerine de yayılıyor çocukluklarının güneşi.
Hülya sen ne güzel bir çocuksun.
Küçük Hülya ve Melek sahnesi çok kıymetli. Tıpkı Hülya ve
Melek’in birlikte kaldıkları süre boyunca itişmelerinin kıymetli olduğu gibi.
Hülya ve Melek, ne olursa olsun birbirlerinden ayrılamayacaklar çünkü etle
tırnak ayrılmaz. Fakat ikisi de fedakarlık etmeyecek artık, ki ne zaman fedakarlıkları
sona ererse o zaman hesaplaşmalar başlayacak. Her ne kadar burunlarının dikine
gitseler de ikisi de fedakarlıklardan sıyrılamıyor, bu bir gerçek.
Melek'e bebeğini veren Hülya. Ne ince sahne...
Melek’in bebeğini kaybetmesi Hüseyin’le aralarındaki halatı
ince bir misinaya çevirdi. Artık aralarındaki tek bağ, sevgileri. Ona da ne
kadar sevgi denilirse tabii. Melek’e bu konuda sonuna kadar hak veriyorum. Zira
evlilik çocuk oyuncağı değildir. Bir akşam Zeynep’le, bir akşam Melek’le yemek
yiyerek bir yere varılmaz. Çocuk terbiyesi ise bu şekilde hiç verilmez.
Ceren içime dert oldu, çok büyük dert.
İnatla Ceren için bir pedagog yardımı almıyorlar.
Çıldıracağım! Küçücük kız ellerinde mahvoldu. İtip kalkarak, “Terbiyesiz!”
diyerek mi terbiye vereceksiniz hayatını mahvettiğiniz çocuğunuza?
Tanıştığımızda kendi halinde, sakin bir kız olan Ceren bir anda neden canavar
kesildi? Çocuğunuzun travmalarına neden bu kadar uzaksınız Hüseyin ve Zeynep?
Hüseyin zaman zaman biraz olsun mantığını kullanmayı dener misin?
Bu konuda Hüseyin’den hiçbir şekilde umudum yok ama Zeynep
de bu hafta beni hayal kırıklığına uğrattı. Kızı böylesine zor günler
geçirirken Mahir’in peşinden koşmasına ayrı, Ceren’i hırpalamasına ayrı kızdım.
Şu anda Ceren için tek umudum Mahir. Çünkü ne dedesi, ne
babaannesi, ne de amcası bir şeyler yapmaya çalışmıyor. Evin içinde herkes birbirine her şeyi söyleyebilirken Bayram Cevher, Ceren’i alıp da bir pedagoga
götürmeyi neden akıl etmiyor? Benim tanıdığım Bayram Bey, “Benim torunum deli
mi?” tepkisi verecek bir adam da değil. Üzülüyorum Ceren için.
Yazı devam ediyor...