Uçurumun kenarında, dertlerin tam ortasında
Korku dolu anlar...
İnsanın yüreğinin ağzına gelmesi ne demek bilir misiniz? Bilmiyorsanız da Kara Sevda’nın 50.bölümünü izleyince öğrenmişsinizdir. Nihan’la birlikte o uçurumun kenarına sürüklendiğimde şahsen benim yüreğim ağzıma geldi çünkü, dehşete kapıldım. Emir’in kurduğu plan zekice, Kemal’i de çaktırmadan dahil ederek yaptığı prodüksiyonu başarılıydı. Deniz’e bir kötülük yapmayacağını, o bebek arabasının boş olduğunu da tahmin ediyordum elbette ama, zaten beni korkutan da Deniz’e bir şey olması ihtimali değil, Emir’in sınırsızlığı oldu.

Emir konusunda bir saatin sarkacı gibi iki ayrı uca gidip geliyorum, gidip geliyorum… Sarkacın bir ucunda Emir’i seviyorum. Her zaman çok eğlenceli bulduğum, her biri ayrı laf sokmaya giren uzun tiratlarını bu sıralar artık bir parça abartılı ve fazla buluyor olsam da, seviyorum. Yinelemekten usanmadığım, o içindeki yaralı erkek çocuğunun bir şeylere tutunma isteğini, sevilme ihtiyacını gördükçe üzülüyorum da haline. Deniz’e olan ilgisini de bu yüzden samimi buluyorum açıkçası. “Ben Deniz’i kızım gibi sevmiyorum, ben kızımı seviyorum Nihan.” demesi de sevgisinin samimiyetini doğruluyor.

Ama bir de sarkacın diğer ucu var; Emir’in ürkütücü tarafı. Sevdiğini sahiplenirken boğan, severken öldüren tarafının beni korkutmadığını söyleyemem. Sahiplenmenin, sevmenin haddini aşarak karşı tarafa zarar verici boyuta geçmesi, onu seviyor ve anlıyor olsam da benim kabul edebileceğim bir durum değil. Aslında mevzu, dönüp dolaşıp onun sevmeyi bilmeyişinde düğümleniyor. Usul de esas kadar önemlidir bence. Esasında Nihan’ı çok severken, usulde yanlış sevmesi onu hatalı konumuna düşürüyor. Çünkü sevdiğinin mutsuzluğuna yol açıyor. Emir’in nefretiyle sevgisi arasında bir tercih yapmak da bu yüzden zor işte. Bir yandan ikisi arasında çok kalın bir çizgi var ve sevgi tarafında uslu uslu durursanız bu çizginin bozulması imkansız. Dolayısıyla bu durum büyük bir güven verebilir. Öte yandan bir “yaramazlık” yapıldığında o çizginin anında silinebilme hızı, silindiği zaman da nefretin en ucuna geçilmesi çok korkutucu.


Bir anneye bu kadarı yapılmaz.

İzlediğim bir karakteri değerlendirirken “Bu kişi benim sevgilim, arkadaşım veya akrabam olsa ona karşı ne hissederdim?” diye düşünürüm hep. Yani aslında o karakterin etkileşim kurduğu karşı tarafların yerine koyarım kendimi. Emir’i izlerken de hep aynı şeyi düşünüyorum. Zekası büyük haz veriyor, esprileri beni çok eğlendiriyor olsa da ekranın karşı tarafındayken yani Emir benim hayatımdan uzakken bunları sadece izlemekten keyif alıyorum. Sanırım bizzat yanında, yüreğimiz ağzımızda yaşamayı ne tercih ederdik, ne de yüreğimiz kaldırırdı. Nihan’ın, o bebek arabasının yuvarlanışını görmesinden sonra, bal pamuğunu arabada masum masum uyurken bulana kadar geçen sürede yaşadığı korkuyu tahmin etmek çok zor. Salt seyirci olarak bile ben büyük korku ve dehşet duyuyorsam, kanım çekiliyorsa, bir annenin hissettikleri bunun kat be ay fazlasıdır. Ona bunları yaşatmak da caniliktir. Artık Nihan gerçeği Kemal’e söylese bir dert, söylemese bir dert. Yepyeni dertlerin göbeğindeyiz anlayacağınız.

Tabii ki Nihan’ın da Deniz’i Kemal’e söyleme konusunda bir zamanlama problemi yaşadığını inkar etmeyeceğim. Deniz’le ilgili olarak Emir’le inatlaştıkça durum daha da zorlaştı. Durum zorlaştıkça da Emir’in şüpheleri körüklendi ve kurduğu baskıyı artırdı. Nihan daha önce söylemeye karar vermiş olsaydı Emir’i hiç şüphelendirmeden bu işi halledebilecekken yanlış zamanda, ileriye doğru atmak istediği bir adımla geriye doğru on adım atmış oldu. Ayrıca hani Nihan Emir’i, ona bir şans verdiğine inandırmaya çalışıyordu? Bundan sonra da ondan intikamını alacaktı… Nihan unuttu herhalde ama ben unutmadım, ara sıra kendisine Emir’den intikam alma isteğini, bu sırada onunla çok da zıtlaşmaması gerektiğini hatırlatırım. Şu kız da bir türlü saman altında su yürütmeyi öğrenemedi yahu! “Emir’i Kemal’le yen Nihan!” tavsiyesi, bugüne kadar Vildan’ın ağzından çıkan en doğru sözdü belki de.

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER