Evet, büyük beklentilerle başladık izlemeye; evet, biraz hayal kırıklığı oldu, kabul. Lakin haftalardır çekilen ıstıraba da merhem oldu bu bölüm be! Tam bir Mahir ile Feride bölümü olmamıştı, doğru. Yine de kalbimizin de gözümüzün de kilidini açtı ya sonunda. Mahir Mahirliğini yaptı, Feride Ferideliğini. Biri koştu yetişmek için, öbürü çoktan dönmüştü bile. Feride yine bir adım önde. Varsın öyle olsun yüzü gülüyor ya her şeye eyvallah.
Aslında İlknur’un her şeyi bülbül gibi Belgin’e anlatması, Songül’le ayrıldığı için kızgın olan Osman’ın o oğlanla kavga etmesi ve kabadayıları içeren plan kurmalı, ev dağıtmalı kısımlar olmasa gayet güzel bir bölümdü. Yalnız, Belgin kabadayılardan sayılmaz. Mahir’e ve Feride’ye ilişmediği sürece ben seviyorum kendisini. Güçlü bir kadın profili çiziyor ve Hakime Hanım’la birlikte –birlikte derken birlikte değil tabi ayrı ayrı- kadının yeri neresidir, birileri onun adına karar mı verir yoksa kendi istediğini mi yapar, diye gösteriyorlar maşallah.
Bölümün başından, hani Mahir’in bir yandan trenin peşinden koşup bir yandan da Feride’ye yalvardığı ve Feride’nin de Mahir’in sesini duyduğu için şaşkın, söyledikleri için mutlu ama yine de kırgın olduğu o anlardan başlayarak her anı kare kare paylaşayım, satır satır anlatayım isterim ama ne mümkün.
Sen gitti diye ağlarsın ama o çoktan yanı başına gelip oturmuştur bile.
Önce, Mahir söz konusu olduğunda Feride’nin başka hiçbir şeyi önemsemeyip, hatta treni bile durdurup –bunu nasıl yaptı hakkaten- gelip de yanı başına oturmasına biraz bozuldum. Sonra düşündüm ki Feride en doğrusunu yapıyor. Hayat zaten göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an. Gözünü açtığında sevdiğin insanın yüzünü görmedikten, kapadığında onun sıcaklığını hissetmedikten sonra gururmuş, kim haklıymış falan ne önemi var. Hem o öyle bir Feride'dir ki daha iki dakika önce hesap sorduğu adam mecburiyetleri yüzünden ona söz veremeyip bunu da nasıl anlatacağını bilemeyince bir dokunuşuyla sevdiği adamın lafını da zamanı da durdurup yine ondan başka hiçbir şeyin umurunda olmadığını söyler. Feride bunu yalnız söylemez aynı zamanda yaşatır da. Kim başka bir kadını öptüğünü gözleriyle gördüğü adamın sözlerine hemen inanır? Feride inanır; inanır çünkü Feride olmak bunu gerektirir; inanır çünkü Mahir ona bu güveni sağlamıştır.
Burada da böyle güzel bir an koyalım.
İnanmak bir kenarda dursun tabi de Feride bir kadın. Daha o trenin içindeyken Mahir’den gelen “Feride!” haykırışıyla onu affetmiş olsa da bu unutacağı anlamına gelmiyor elbette. İstasyonda, arabada, bahçede, evde, kahvaltıda, bir yere giderken, bir yerden geldikten sonra üstelik aldığı cevaptan her defasında emin de olsa yine de “o kadını” soruyor-soracak. Eğer Mahir şanslıysa –ki dünyanın en şanslı adamı olduğunu biliyoruz- bu durum zamanla azalacak ama devam edecek. Neyse ki bu anlar çabuk çabuk geçiştirilip, yerini gülen güzel gözlere ve sıcacık buselere bırakacak.
Hiç ütü yaptığı için böyle mutlu olan birini gördünüz mü?
Sizce de prensi uyuyan güzeli uyandırmaya kıyamamış da yanına kıvrılmış gibi değil mi?
Sevdiği kadın treni durdurup geri de dönse, dizlerine yatırıp saçını okşadığı kadınını bırakmak zor da gelse kabadayılık işleri beklemez. Mahir’in bir amacı var. Bir an önce o adamlara kendini inandırıp, Beyefendiye ulaşmak. Kabadayılık işleri beklemez ama Feride evde bekler. Mahir’in geleceğini bilsin sonsuza kadar bekler. Kendine meşgale bulur. Mahir’in gömleklerini ütüler. Hem de ütü yapmanın sıkıcılığıyla değil yüzünde bir mutlulukla ütüler. Kitap okur. Mahir’in kahramanlık hikayeleri bitmediği için de sonunda uykuya yenik düşer. Mahir de gelir. Sevdiği kadının yanına kıvrılır. Saçlarının kokusunu içine çeker. Her zaman yanında olamadığı için, eğer trene yetişmeseydi bu andan mahrum kalacağı için, orada yanında uyuduğu o an donsun hep orada kalayım istediği ve bunu başaramayacağı için gözyaşı döker.
Ne yaptığını diziyi izlemeyenler bilmesin. Hiç değilse onlar bu tutulmadan kurtulabilsinler.
Şair* ne demişti? Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Bu fotoğrafa bakarak diyebiliriz ki, haklı!
O kadar şeyin üzerine bari kahvaltıyı Mahir hazırlasaydı, demeyeceğim. Feride’nin yaptığı şeyin ne olduğu anlayamayıp “çok güzel kokuyor” diye geçiştirerek bir lokma bile yememesine de sesimi çıkarmayacağım. Çünkü Mahir ömrümde görebileceğim en tatlı hareketi yaparak; sevdiğinin elleri yanmasın diye suyun buharına üfleyerek benden on bin puan kazandı. Sırf bu yüzden uzun bir süre Feride için Mahir’e söylenmeyeceğim ama böyle bir jesti kimseden göremeyeceğim için yani yine sırf bu yüzden Mahir’e uzun yıllar boyu söyleneceğim. Neyse konumuz bu değil. Ben haftalardır Mahir kabadayı olmasın diye sayıklıyorum ama asıl bundan daha önce belki de aylardır birlikte yapılan bir kahvaltı için bekliyorum ve evet, gerçekten beklediğime değdi.
Yine de Feride’nin ağzından ilk çıkan söze değinerek diyorum ki “bana bak Mahir Kara, eğer bir daha bile isteye bu kızın –ve hatta kendinin de- yüzündeki gülüşü soldurursan on bin değil milyon puanlık jest yapsan yine de kurtulamazsın benden!”
Aksiyon sahnelerinin daha az, mutluluk sahnelerinin daha çok olmasını isterdim lakin uzun zaman üzerine bu sıcaklık çok iyi geldi ki; yine Feride’nin bir sözüyle bitirmek istiyorum ben razıyım, onları el ele savaşsın ben her şeye razıyım.
*Cemal Süreya - Kahvaltı