Gel bir dünya kuralım, başka kimse olmasın*
"Kaybolup giderken fırtınalarda, gönlümce bir ıssız ada bulmuşum..."
Toplumsal hayatta pek çok kimliğimiz, pek çok sıfatımız var. Kiminin evladı, kiminin annesi, kiminin kuzeni, kiminin dostu oluyoruz. Bazıları için bilmem ne müdürüyüz o iş yerinde, bazıları için sağlam bir iş arkadaşı. Bizim insanlardan olduğu gibi, tüm bu insanların da bizden ayrı ayrı beklentileri var. Ve bazen bu beklentiler çakıştığında iki arada bir derede kalabiliyor insan.

Mesela Ömer’in Defne’si diye bir gerçek var en başından beri. Sırtındaki küfeye rağmen, elindeki imkanlar dahilinde hayatını Ömer’e adamış bir Defne’ydi o. Önce biricik adamın biricik asistanı olarak yanındaydı. Her zaman vaktinde gelen sihirli dokunuşlarıyla mucizeler yarattı. Sonra hayatının biricik aşkı oldu. Tüm gelgitlerine, tüm “anlamsız” tavırlarına rağmen Ömer’i deli divane aşık etti kendine. Huysuzluğuyla bile aklını başından alıyordu çünkü. Her sunumunda, stiletto giyen kadının güzelliğine ve duruşuna hayran olduğunu söyleyen Ömer’in, çok nadir stiletto giyen, hatta spor ayakkabı kadını olan Defne’ye deli divane aşık olması, ironiden çok kaderin güzel bir cilvesiydi bence. O öyle bir Defne’ydi ki; etkisi ve hayatındaki anlamı başkalarına izah bile edilemiyordu. “Defne işte…”nin içine dünya kadar anlam sığıyordu, sabah Defne’sinin tadına ise doyum olmuyordu. Ömer’in Defne’sinden beklediği hep yanında, onunla kalması, her zaman ona güven telkin etmesiydi. Bu bazen gerçekleşti, bazen gerçekleşemedi.


Sen benim Defne'm değilsin.

Anneannenin Defne’si ise apayrı. Babasının ve annesinin gidişinden sonra, ailesine sahip çıkan, anneannesinin bile evi döndüremediği zaman sırtını dayadığı güçlü Defo... 2,5 kilo doğduğunda yaşamaz denilen, anneannesinin el bebek gül bebek üzerine titreyerek büyüttüğü, “Ayağına taş değmesin, eşiğine güz düşmesin güzel yavrum benim.” diye dualar ettiği biricik torunu o. Tek isteği yüzünün hep gülmesi, gözünde yaş olmaması. Nihan’ın dostu Defne’den, Serdar ve Esra’nın da kardeşleri Defne’den başka başka istekleri var. Aşık Defne’nin kendi başına yürümek istediği yol ise çok daha başka.

İşte gün geldi tüm bu Defne’lerden beklenenler çakıştı ve Ömer’in Defne’si, anneannesinin Defne’sine galip geldi. Defne, ona ihtiyacı olan Ömer’in yanında olmak isterken ailesi de kendi yanlarında olmasını hatta Ömer’le olmamasını istedi. Nihan hariç hepsi de haklıydı bu isteklerinde. Ama öncelikle Nihan’dan bahsetmek istiyorum. İyi ki varsın be Nihan! Her iki kolunda en az beş altın bilezikle dolanan, sinsi konak yengesi kıvamındaki tavrınla, hepimize öyle güzel boy aynası oldun ki; sana zerre kızmadım. Daha düne kadar sevdiğimizi söylediğimiz, övmelere doyamadığımız biri, bir “hata” yaptığında, azıcık düştüğünde ona karşı nasıl da acımasız olabildiğimizi yüzümüze vurdun. Sevdiğimiz kişilere ve onların hata yapma ihtimallerine karşı nasıl da toleranssız davrandığımızı, iyi gün seveni olduğumuzu hatırlattın. Teşekkür ederim! (Canım Meriç Acemi...^^) Ben asla senin gibi olmayacağım, İso olacağım bu denklemde! Sevdiğim birinin bir hatası varsa bunu belirtip, nedenine bakacağım. Çünkü şuursuz şuursuz sinirlenmek en kolayı ve ben bilip bilmeden sallamayı hiç sevmem. Bir teşekkürüm de bu noktada Serdar’a; abi olarak kardeşinin kendisine yalan söylemesinden dolayı duyduğu doğal hayal kırıklığını yaşayıp, haddini bilerek Ömer’e tek laf etmemesinden ötürü.


Elveda yuvam...

“Yuva dediğin yer neresidir diye sık sık düşünüyorum. Uyuduğun yer, doyduğun ya da sevdiğin, sevildiğin? Dışarıda ne olursa olsun günün sonunda oh dediğin yer galiba.”

Ailesinin olduğu her yer Defne’nin yuvasıydı. Onların yanında gönlü de karnı da doyuyor, hem seviyor hem seviliyor. Ömer’den ayrı geçirdiği bir yılda ise o yuva aynı zamanda Defne’nin sığınağı oldu. Dışarıdan gelip de kapandığı, oh dediği bir huzur alanı… Bir yıl önce yıkılan huzurunu, ilmek ilmek yeniden birlikte kurdular. Bunun için en çok da, Defne’yi iki defa hayata döndüren anneanne çabalamıştır eminim ki. Defne, Ömer’in içiyse, anneannesinin de can parçası neticede. Dolayısıyla Defne’ye tepki gösterenlerin içinde en haklısı, tabii ki onun üstünde onca emeği olan anneannesiydi. Her ebeveyn, hayır dualarını eksik etmediği, ayağına taş dahi değmesini istemediği çocuğunun mutlu olmasını diler; eline diken batsa kendi canı da acır, hapşırsa hastalandı mı diye pimpiriklenir. Onu mutsuz eden bir durum veya bir kişi olduğu zaman da elbette ki tepki gösterir. Hele ki bu yüzden evladı ölümün kıyısına kadar gelmişse.

Yazı devam ediyor…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER