Anneannenin Ömer’den sonra zar zor dirilttiği Defne’sinin
yeniden üzülmesi ihtimaline gösterdiği can acıtıcı tepkiye empati yapmak sizin açınızdan mümkün
değilse eğer, Defne’nin Ömer için endişelendiği zamanlardan pay biçebilirsiniz.
Sevdiğine bir şey olacak diye endişelenen, hasta haline üzülen Defne tıpkı
anneannesi gibiydi. Sadece iki gece geçirdi hasta Ömer’le. Ömer’in kabuslarını
onunla birlikte yaşadığında, onu sakinleştirmek için onca uykusuna rağmen
annesi gibi başını beklediğinde ve hatta sakinleştirmek için ninni niyetine
şarkı söyleyip (Fark etmeden…^^) uyuttuğunda nasıl perişan oldu, nasıl içi
acıdı. Ya Ömer’in o haline anneannesi gibi 8-9 ay boyunca tanık olsaydı? O
hastalığa neden olan kişiye yahut travmaya savaş açmaz mıydı? Gerekirse ordu
kurup Leprikonların üstüne yürürdü vallahi!
Ailesi, Defne üzülmesin diye onu Ömer’den korumaya
çalışırken, o da elinden geldiğince nedenini bilmediği bir duruma karşı
savaşmaya çalıştı. Ömer’in hatalı bir tercihle, “Yok bir şey.” diye
geçiştirerek unutturabileceğini sandığı rahatsızlığını saklaması, işini daha da
zorlaştırdı, hatta korkuttu. Ama gökdelenin tepesinde şiir okunan şahane an,
ilişkilerini nasıl süsleyip güzelleştirdiyse, bu acıyı paylaştıkları anlar da
bir o kadar derinleştirdi, tamamladı. 15 Mart’ta Ömer’in elinden tutup onu
karanlığından çıkaran Defne, şimdi yine, tıpkı dizi zedelendiğinde Ömer’in de
onun acısını almak istediği zamanki gibi elinden tuttu, güç verdi. Hastalıkta
ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde diye sözler boşuna verilmiyor değil mi?
Destek gibi destek!
Bu yüzden anneannesi hayal kırıklığına uğramakta ve
Defne’nin yeniden üzüleceği ihtimaline üzülmekte haklı. Ama bu benzerlik
yüzünden Defne de en az anneannesi kadar haklı. Anneannesi Defne’ye nasıl emek
verip büyüttüyse, Defne de bu aşka emek verdi. O nasıl Defne’nin üstüne
düştüyse, sarıp sarmaladıysa, Defne de Ömer’ini kah aşkla kah şefkatle
sarmaladı.
"Anlamıyorlar seni nasıl özlediğimi,
Nasıl sevdiğimi
bilmiyorlar.
Volkanlar
tutuşuyor,
Ormanlar yanıyor
içimde.
Her gece
milyonların uyuduğu bir anda
Devler uyanıyor
içimde.”**
Kimse anlayamaz Defne’nin içindeki Ömer’i ve ona duyduğu
devasa aşkı ile özlemi. O yokken içindeki yanardağın sustuğunu, yangının
söndüğünü zannederler ama sadece küllenir. O küllerin arasında bir kor kalır
mutlaka ve en ufak bir rüzgarda yeniden alevlenir, bütün ormanları ve hatta
köprüleri yakar. Anneannesinin Defne’si ailesini hiçe saymazken, Ömer’in
Defne’si ilk defa bu kadar bencillik, daha doğrusu “Ömercilik” etti. “
Vermiyorum kızımı!” diye inat ettiğinde evlenmekten vazgeçecek kadar düşkün
olduğu, üstünde onca emeği olan anneannesini bile gözü görmedi. Ömer hasta
olmasaydı, belki daha geçen akşam “Benim ailem yok, bir tek sana ihtiyacım var
sen de yoksun.” diye serzenişte bulunmasaydı yine bir orta yol bulmaya
çalışırdı. Ama Ömer’in psikolojik nedenlerden kaynaklanan fiziksel
rahatsızlıklarına daha evvel hiç şahit olmamıştı. O yüzden panikledi, Ömer’e
ulaşamadığında aklı çıktı. Çünkü Ömer onun gözünde sarsılmaz bir kaledir, asla
çizilmez çeliktir, yanmaz yapışmaz teflondur. Hatta yer yer bu sağlam
duruşundan dolayı kendisi kadar sevip aşk acısı çekmediğini dahi düşündüğü olmuştu
ya.

Çıplak ayaklı kontes ve kral film izlerken.
“Yuva dediğin
neresiydi? Doğduğun yer ya da doyduğun? Sevdiğin, sevildiğin... En büyük
mutsuzluğunda asla yalnız olmadığını bildiğin ya da en çok mutlu olduğun. Artık
bilmiyorum... Tek bildiğim, hiç aşina olmadığım bir maceraya atıldığım. Doğru mu
yanlış mı, ne kadar uzun yolu zaman gösterecek. Belki zamanla yeni bir yuvam
olur. Belki de savrulur giderim, bilmiyorum.”
Geçen hafta Ömer’in yalnızlığı içimi acıtmışken, bu sefer de
Defne’nin yuvasından atılmış kuş misali Ömer’e sığınışı yüreğimi sızlattı. Günün
sonunda oh dediği yuvasına dair bütün bildikleri yıkıldı, ezberi şaştı. O da
kalbinin attığı yere sığındı. O yüzden bir dünya kursunlar istiyorum; içinde
Defne ve Ömer’den başka kimse olmasın. Tüm insani hırslardan, egolardan,
hesaplaşmalardan uzak, tertemiz bir dünya olsun orası. Aşk filmi olarak
başlayan bir yıl sonraki tutkulu kavuşmaları, bir anda gerilim filmine
dönüşmesin mesela. Kimse kimsenin kalbini kırmasın, kimseyi seçim yapmak
zorunda bırakmasın. O dünyada bizim bilmediğimiz kendi geliştirdikleri bir
dilde konuşsunlar, çok şey paylaşsınlar. Karanlığın içinde, birbirlerini
görmeden ruh birliği ve ahenkle dans etsinler.
Defne ve Ömer’in herkesten bağımsız kuracağı o güzelim dünyanın
hemen yanına da ben derme çatma bir dünya kurayım istiyorum. İçinde tüm
sevdiklerimle, huzurla yaşayayım. Ne gözyaşı, ne acı uğrasın o dünyaya. Sırf o
sırada, o yoldan geçtiği için yahut otobüs beklediği için hayatını kaybedenler
olmasın mesela orada. Oluru var mı? İnşallah vardır…
*Eylem Aktaş, Bir elmanın yarısı
**Ümit Yaşar Oğuzcan, Her gece sen