Muhteşem Yüzyıl Kösem: Analar ve Oğullar...
Bu hafta keyfim pek yerine geldi efendim. Sultan Murad ilk üç bölümde bol bol kükreyip sinirini stresini attıktan sonra nihayet biraz duruldu, bu sayede Muhteşem Yüzyıl Kösem de rahat bir nefes alıp 2. sezonun şimdiye kadarki en “olmuş” ve Muhteşem Yüzyıl tadı veren bölümüyle ekranlara geldi. Hikayenin yavaş yavaş işler hale gelmeye başladığı, yeni eklenen karakterlerle de tarafların daha belirgin şekilde oluştuğu bölümde sezon boyunca seyircileri peşinden sürükleyecek olan çatışma noktaları, vakitleri gelince ileriye sürülmeye hazır şekilde satranç tahtasındaki yerlerini almaya başladı.
 
Dizinin ağırlığını olanca gücüyle hissettiren çekimlerin ufaktan geri gelmeye başlaması çok sevilen eski bir dostu tekrar görmüş gibi hissettirip sevindirirken, hırgürün azalmasıyla da fırsattan istifade Aytekin Ataş’ın insanın kulaklarını okşayan bestelerini yine bol bol dinleme fırsatı bulup ruhumuzu arındırdık. Fazla sinir durduk yere tansiyon çıkartıyor malum, iyidir böyle.
 
Sosyal medyada getirilen eleştirilere kulak kabartılmışçasına Prenses Farya karakterinin oldukça geri plana alındığı bir bölüm izledik. Farya bölüm boyunca zindan sefası yaparken senaryo da hanedanlık üyelerinin hikayelerine ve ilişkilerine daha etkili bir şekilde odaklanma fırsatı buldu. 

Örneğin Atike Sultan’ın tek bir repliğiyle, kız kardeşi Gevherhan Sultan’ın karalar bağlamayı bıraktığı zaman aslında annesi Kösem Sultan’a ne kadar benzer bir kişiliğe sahip olduğunu öğrendik. Hepsi aynı sarayda yaşadıkları halde nasıl olmuş bilinmez Şehzade İbrahim’in, ağabeyi Şehzade Bayezid’in validesi Gülbahar Sultan’ın daha önce tahtı ele geçirmeye çalıştığını bilmediğini de. Şehzade Kasım’ın harem teamüllerine uymaksızın alt tarafı dairesine yemek bırakmaya gelen bir cariyeyi yatağa atacak kadar pervasız olabildiğini gördük. Ve nihayet Hezarfen Ahmet Çelebi’nin en büyük hayalinin somutlaşmaya başladığına tanık olduk.
 
Bölümün asıl yıldızı ise Gülbahar Sultan ve Sibel Taşçıoğlu’ydu. Hatırlarsınız geçtiğimiz sezon Ayça Kuru’nun canlandırdığı, kısaca tanıtılan ve sonra öylece ortada bırakılan bir karakterdi Gülbahar Sultan. Hatta sezonun en kritik bölümlerinden biri olan “Divane Padişah” isimli 26. bölümde akıllara durgunluk veren bir durum yaşanmış, zaten çok ara ara gösterilen bu karakter oğlu Şehzade Bayezid, Halime Sultan’ın emrindeki cellatlar tarafından neredeyse öldürülecekken bir anda ortadan kaybolmuş, çocuğun derdine Kösem Sultan düşmüş ve biz kadının oğluyla ilgili bu vahim duruma nasıl bir tepki verdiğini bile görememiştik. Şüphesiz ki ilk sezonun talihsiz detaylarından biriydi.
 
En son Kösem’in şerrinden korkarak haremin duvarları arasında yok olup gitmek pahasına köşesine çekilmeyi kabullenmiş, Hümaşah Sultan’ın yüreklendirmelerine muhtaç pek sünepe bir tipleme olarak bıraktığımız Gülbahar Sultan, payitahta giderken konakladıkları handa sırf biraz gönül eğlendirdi diye cariyesinin yüzünü kor alevlerde yakacak kadar zalimleşmiş bir kadın olarak geri döndü bu hafta. 8 yıldır saraydan uzakta, Amasya’da sürgünde olduğunu öğrendik. Anlaşılan 4. Murad örneğinde olduğu gibi geçen uzun yıllar Gülbahar Sultan’ı da yeteri kadar bilemiş, yeteri kadar gözünü karartmasına sebep olmuş.
 
Topkapı Sarayı’ndaki bazı şehzadelerin başına validelerinin iktidar hırsından dolayı gelmeyen kalmadı malumunuz. Gülbahar Sultan’ın Kösem Sultan’a karşı başlatacağı savaş da Şehzade Bayezid’in başına çoraplar örecek elbet. Aslında bu noktada dizinin bizlere anlatması gereken, yarım bırakılmış bir hikaye daha var. 1. sezonda Kösem’le Mahfiruz Sultan’ın arası da hiç iyi olmamıştı ancak Sultan Ahmed henüz hayatta olmasına rağmen bir şehzade anası olan Gülbahar Sultan’ı nasıl bu kadar kolay şekilde ezip sindirebildiği, aralarındaki büyük husumetin sebepleri anlaşılamamıştı. Şimdi öğreniyoruz ki Gülbahar Sultan arada geçen yıllarda oğlunu tahta çıkarmaya bile yeltenmiş. Bu sezon iki sultan birbirleriyle kapışırlarken bu hikayeleri de biraz biraz anlatırlar umarım.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER