"Durma göğe bakalım!"
Dedim ya bazılarımız yaşadığımız bataklığa rağmen yıldızlara bakıyor diye. İşte ben de bu dizinin, bize yıldızlara bakmamızı öğütleyen tarafını çok seviyorum. Hatta sadece öğütlemekle kalmıyor, hepimizin o yıldızlardan biri olabilme ihtimalini de kulağımıza her fırsatta fısıldıyor. “Ya eşsizsek? Ya bu koca evren aslında hepimizi eşit derecede seviyorsa? Ya hiçbirimizin hayatı aslında diğerinden daha önemli değilse? Ya biz bir yıldız oluyorsak?” Ömer’in Defne’nin gerçekliğine ve hayata güzel bakan kalbine tutulmaya başladığı, mihenk taşı anlardan biriydi bence bu Kuşadası’ndaki sohbet, zihninde ilk çatlağı yaratmıştı. Sinan’ın evinde tasarım yapmak için buluştuklarında Ömer, gökyüzüne bakmayı seven Defne’sinin orada, kendisinin hâlâ göremediği neleri gördüğünü merak ediyordu. Ancak zamanla olgunlaşan ilişkileri neticesinde artık aynı yıldızları görmeye başladığını Manisa’da, Nazmiş’in bahçesinde itiraf etmişti. “Hatırlıyorum, anladım da... Gerçekten eşsizmişiz, bu koca evren aslında hepimizi eşit derecede seviyormuş. Hiçbirimizin hayatı diğerinden daha önemli değilmiş. Ve hepimiz ışığımızı yansıtacak birini bulduğumuz zaman, aşık olduğumuz zaman, tam orada, parıl parıl parlayan birer yıldız oluyormuşuz.” Bence bu sürecin esas olarak tamamlanması da an itibariyle gerçekleşmiştir. Hayatında hep yıldızlara bakmayı seçen Defne, Ömer'in de aynı seçimi yapmasını sağlamıştır. İşte ben de onları izlerken en başından beri birlikte yıldızlara baktığımızı hissediyorum, sanki o bataklığın içindeki ruhum dinleniyor ve arınıyor.

Defne’yle Ömer’in aşkı diğer hikayelere göre bir tık daha masalsı, dolayısıyla da başımıza gelmesi daha düşük bir ihtimal. Fakat onların dışındaki aile ilişkileri ve dostluklar insanı mantıksızlık veya abartı sarmalına sokmadan, iyi insanların normal normal yaşayabileceğini, hatalar yapıp bu hataları telafi edebileceğini gösteriyor. Hepimizin hayatı gibi doğrusuyla yanlışıyla akıp gidiyorlar. Mesela yıldızlara bakmayı öğrenen Ömer’in, doğru olduğu için yolunun da doğru olduğunun hakkını teslim eden Pamir bence bu kategoriye girebilir. Bu, mesaj verme kaygısı gütmeden, doğru olmanın kazandıracağına dair verilen mesajı ben çok sevdim. Pamir’i en başından beri kötü bir karakter olarak görmedim. Kimi konularda hayata bakış açısı benimkiyle örtüşmüyordu (Bkz; aşkta ve savaşta her şey mubahtır anlayışı), lakin bu durum onu benim gözümde kötü yapmaktan çok “değişik” kılmıştı. Asla klasik bir, arabozucu ve fesat “üçüncü kişi” olmadı. Bir oyun olarak girdiği bu hikayede, Defne’den etkilendiği bir gerçek. Tutuldu diyemiyorum, bana göre, tutulmak daha yoğun şeyler barındırır. Ama Defne’nin, tanıdığı kimseye benzememesi, bildiği tüm flört yöntemlerini ve serseri cazibesini kullanmasına rağmen kendisinden etkilenmemesi Pamir’i etkiledi.


Tabii ki ben kazancam oğlum, buraların "kralı" benim!

Bu hislerini adım adım tartma süreci, o bocalamalar da gerçekçiydi, insaniydi. Ve sonunda vardığı noktada; aşkta her yolun denenebileceğinin, ellerin kirletilebileceğinin yalnızca karşılıklı bir aşk söz konusu olduğunda yapılması gerektiğini öğrendi, “Buna Defne karar vermeli!” diye ortalığı kızıştırdıktan sonra Defne gerçekten karar verince geri çekilmesini bildi. Defne’nin yüzündeki gülümsemenin sebebi olamadığını ve asla da olamayacağını sonunda kabullendi. Ben Ömer’le yaptığı konuşmanın samimiyetine ve durumu anlayışına inandım, dostluğun ve eski güzel günlerin hatırının ön plana çıkartılmasına sevindim. Bir yıldız daha göz kırptı bize.

Defne’nin ince bir düşünceyle aldığı hediyenin, Ömer’in dengesini neden bozduğunu, bu efsanenin bizi nereye çıkaracağını hiç kestiremiyorum açıkçası. Mitoloji filan kasamayacağım, bahsedilen ayakkabıcı cinlerini ben yalnızca Harry Potter kitabında okumuştum. Bir diğer adlarının leprikon olduğunu bile bilmiyordum. (Teşekkürler Meriç Acemi^^) Tıpkı leprikonun ilk harfini büyük yazıp yazmamam veya eki kesme işaretiyle ayırıp ayırmamam gerektiğini bilmediğim gibi. Dolayısıyla ahkam kesebileceğim bir konu değil. Ama şu konuda ahkam kesebilirim; Defne ve Ömer’i bu saatten sonra Voldemort gelse ayıramaz!

Artık yeni şeyler söyleme, yıldızlara yeni bir yerden bakma zamanı. Eskinin defterleri tamamen kapandı; kimisi içimize sinmese de, kimisi tam yerini bulsa da herkes payına düşen hesabı bir şekilde ödedi. Peki artık biraz uçurumun kıyısında, kontrol edemeyeceğin kadar hızlı giden bir aracın içinde ilerlesek nasıl olur? Şahsen ben gözümüzü yıldızlardan ayırmadan, hem heyecanlanarak, hem de titreyerek yola devam etmenin gerginliği ve hazzını yaşamaya varım!

*Bora Ayanoğlu, Ne zaman uzak kalsam senden
**Oscar Wilde
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER