Dedim ya bazılarımız yaşadığımız
bataklığa rağmen yıldızlara bakıyor diye. İşte ben de bu dizinin, bize
yıldızlara bakmamızı öğütleyen tarafını çok seviyorum. Hatta sadece öğütlemekle
kalmıyor, hepimizin o yıldızlardan biri olabilme ihtimalini de kulağımıza her
fırsatta fısıldıyor. “Ya eşsizsek? Ya bu
koca evren aslında hepimizi eşit derecede seviyorsa? Ya hiçbirimizin hayatı
aslında diğerinden daha önemli değilse? Ya biz bir yıldız oluyorsak?”
Ömer’in Defne’nin gerçekliğine ve hayata güzel bakan kalbine tutulmaya başladığı,
mihenk taşı anlardan biriydi bence bu Kuşadası’ndaki sohbet, zihninde ilk
çatlağı yaratmıştı. Sinan’ın
evinde tasarım yapmak için buluştuklarında Ömer, gökyüzüne bakmayı seven Defne’sinin
orada, kendisinin hâlâ göremediği neleri gördüğünü merak ediyordu. Ancak zamanla
olgunlaşan ilişkileri neticesinde artık aynı yıldızları görmeye başladığını Manisa’da,
Nazmiş’in bahçesinde itiraf etmişti. “Hatırlıyorum, anladım da... Gerçekten
eşsizmişiz, bu koca evren aslında hepimizi eşit derecede seviyormuş. Hiçbirimizin
hayatı diğerinden daha önemli değilmiş. Ve hepimiz ışığımızı yansıtacak birini
bulduğumuz zaman, aşık olduğumuz zaman, tam orada, parıl parıl parlayan birer
yıldız oluyormuşuz.” Bence bu sürecin esas olarak tamamlanması da an
itibariyle gerçekleşmiştir. Hayatında hep yıldızlara bakmayı seçen Defne, Ömer'in de aynı seçimi yapmasını sağlamıştır. İşte ben de onları izlerken en başından beri birlikte
yıldızlara baktığımızı hissediyorum, sanki o bataklığın içindeki ruhum
dinleniyor ve arınıyor.
Defne’yle Ömer’in aşkı diğer
hikayelere göre bir tık daha masalsı, dolayısıyla da başımıza gelmesi daha
düşük bir ihtimal. Fakat onların dışındaki aile ilişkileri ve dostluklar insanı
mantıksızlık veya abartı sarmalına sokmadan, iyi insanların normal normal
yaşayabileceğini, hatalar yapıp bu hataları telafi edebileceğini gösteriyor. Hepimizin
hayatı gibi doğrusuyla yanlışıyla akıp gidiyorlar. Mesela yıldızlara bakmayı
öğrenen Ömer’in, doğru olduğu için yolunun da doğru olduğunun hakkını teslim
eden Pamir bence bu kategoriye girebilir. Bu, mesaj verme kaygısı gütmeden,
doğru olmanın kazandıracağına dair verilen mesajı ben çok sevdim. Pamir’i en
başından beri kötü bir karakter olarak görmedim. Kimi konularda hayata bakış
açısı benimkiyle örtüşmüyordu (Bkz; aşkta ve savaşta her şey mubahtır
anlayışı), lakin bu durum onu benim gözümde kötü yapmaktan çok “değişik” kılmıştı.
Asla klasik bir, arabozucu ve fesat “üçüncü kişi” olmadı. Bir oyun olarak girdiği
bu hikayede, Defne’den etkilendiği bir gerçek. Tutuldu diyemiyorum, bana göre,
tutulmak daha yoğun şeyler barındırır. Ama Defne’nin, tanıdığı kimseye
benzememesi, bildiği tüm flört yöntemlerini ve serseri cazibesini kullanmasına
rağmen kendisinden etkilenmemesi Pamir’i etkiledi.

Tabii ki ben kazancam oğlum, buraların "kralı" benim!
Bu hislerini adım adım tartma süreci,
o bocalamalar da gerçekçiydi, insaniydi. Ve sonunda vardığı noktada; aşkta her
yolun denenebileceğinin, ellerin kirletilebileceğinin yalnızca karşılıklı bir
aşk söz konusu olduğunda yapılması gerektiğini öğrendi, “Buna Defne karar
vermeli!” diye ortalığı kızıştırdıktan sonra Defne gerçekten karar verince geri
çekilmesini bildi. Defne’nin yüzündeki gülümsemenin sebebi olamadığını ve asla
da olamayacağını sonunda kabullendi. Ben Ömer’le yaptığı konuşmanın
samimiyetine ve durumu anlayışına inandım, dostluğun ve eski güzel günlerin hatırının
ön plana çıkartılmasına sevindim. Bir yıldız daha göz kırptı bize.
Defne’nin ince bir düşünceyle aldığı
hediyenin, Ömer’in dengesini neden bozduğunu, bu efsanenin bizi nereye
çıkaracağını hiç kestiremiyorum açıkçası. Mitoloji filan kasamayacağım, bahsedilen
ayakkabıcı cinlerini ben yalnızca Harry Potter kitabında okumuştum. Bir diğer
adlarının leprikon olduğunu bile bilmiyordum. (Teşekkürler Meriç Acemi^^) Tıpkı
leprikonun ilk harfini büyük yazıp yazmamam veya eki kesme işaretiyle ayırıp
ayırmamam gerektiğini bilmediğim gibi. Dolayısıyla ahkam kesebileceğim bir konu
değil. Ama şu konuda ahkam kesebilirim; Defne ve Ömer’i bu saatten sonra
Voldemort gelse ayıramaz!
Artık yeni şeyler söyleme,
yıldızlara yeni bir yerden bakma zamanı. Eskinin defterleri tamamen kapandı;
kimisi içimize sinmese de, kimisi tam yerini bulsa da herkes payına düşen
hesabı bir şekilde ödedi. Peki artık biraz uçurumun kıyısında, kontrol
edemeyeceğin kadar hızlı giden bir aracın içinde ilerlesek nasıl olur? Şahsen
ben gözümüzü yıldızlardan ayırmadan, hem heyecanlanarak, hem de titreyerek yola
devam etmenin gerginliği ve hazzını yaşamaya varım!
*Bora Ayanoğlu, Ne zaman uzak kalsam senden
**Oscar Wilde