Ruhumuzun en derin yaraları affetmekle iyileşir, der Kemal
Sayar. Pek de haklıdır benim gönlümde . Affetmenin hafifleştirici ve huzur
verici gücü, insanın bir kere farkına vardığı zaman vazgeçemeyeceği bir his. Hem gece başımızı yastığa koymanın akabinde gelen o tuhaflıklar silsilesinde
affeden taraf olmak mışıl mışıl bir uykunun da anahtarı.. Şükür ki Ömer İplikçi kendini affeden
olmanın sıcacık kollarına bıraktı. Bu saatten sonra her şeyi unuttu mu,
unutmamalı mı, ya da ne yapmalı karışmayacağım.
Çünkü onu çok seven bir takım kişiler gibi ben de "Ne karar
verdiyse doğrudan şaşmayacağını" biliyorum. Olası bir mutluluk iksiri yerine sert kahve tercih edecek olan, ayakkabısının altını bile temiz tutan, bu buz şelalesi adam nasıl oldu da yüce gönüllü oldu ki dersiniz?
Hayatta tek bir doğru olduğuna, onun da "doğru ve dürsüt" olmak olduğuna inanan bir adam tanıyorum. Bu adam zamanın birinde, tanıdığı herkese öfkelendi, hem de çok.. Öyle uzak İrlanda diyarlarında da değil, burada bizim
gezegende. Bu adam sinirlenmiş çünkü; dostu, ailesi bildiği herkes gözünün içine
baka baka yalan söylemiş. Üstelik hayattaki tek amaçları bu yalanı sorunsuz bir
şekilde devam ettirmek olmuş. Zaman anlamını yitirmiş, gelmiş geçmiş. Gerçekler
gün yüzüne çıkmış. Bu öfkeli adam gerçekleri öğrenince öyle bir yıkılmış ki
öfkesinin yerini hangi duyguya bırakacağına bile karar verememiş. Durmuş. Bazen bataklıklara düştüğümüzde
çılgınca çırpınmanın değil de, sakince beklemenin bizi yüzeye çıkartacağını bilerek, beklemiş.
Kahverengi kapıya veda vakti..
Hayat arkasından nelerin çıkacağını bilmediğiniz kapılardan
oluşan çok uzun bir koridor. Ve bazen bazı kapıları kapatmak, vazgeçmek lazım. Yanlış
anlaşılmasın, pes etmekten, korkak ya da yorgun olmaktan dolayı değil artık bize
bir faydası olmadığı için kapatmak zorunda kalırız o kapıları. Çünkü sevgili okur, zaman her ne kadar
kendisini değersiz kılan şahane anlara kadar önemsiz bir detay olsa da akıp gidiyor. Ve o
pek şahane anların peşinden gitmek için ruhumuzu, bizi yansıtan kapılara
ihtiyacımız var. O nedenle sevgili
Sinyor, ruhunu yansıtmayan kahverengi kapıdan kurtulmanı ve meşhur kırmızı
kapıya geçiş yapmanı, Leprikon’ dan daha
anlamlı bir mesaj olarak kabul ediyorum. Ruhuna iyi gelmeyen tüm kapıları
kapat, içeriye sadece sevdiklerini al.
İçinde en ufak bir sevgi kırıntısı kalmadığını düşünen
Ömer'i düşünüyorum. Kırıntının kocaman parçalar halinde sessizce beklediğini
ilk nasıl fark etti acaba? Haklı olmanın üstünlüğünü bir kenara bırakıp huzurlu
olmaya tam olarak hangi an karar verdi acaba? Merak ve endişe soslu güzel bir
pakette sunulan Leprikon dikiz aynalı arabasında mı? Ya da İtalya sokaklarında
serserilik yaparken mi? Kim bilir belki de tıpkı Pamir'e karşı yumuşamasını
sağlayan anılar gibi, geçmişe dair şahane bir anı anımsadığı anda.. Ne olursa
olsun, öfkeyi alevlendirmek, ateşin altını açmak en kolayı olacaktı Ömer için.
Zor olan tutunacak bir dal bulmak. Mutsuzluklara, kırgınlıklara konsantre ama
kendini haklı gören bir adam olmaktansa içindeki mutluluğu bulup, ona tutunmak
ve affetmek zorlu ama en şahane olanı. "Neyse ne, yaşıyoruz" deme, sinyor. Yaşıyorsun. Şükür ki hala nefesini kesecek
şahane anların peşinde koşacak kadar yaşıyorsun. Hem de baya güzel yaşıyorsun..
Yazı devam ediyor..