Şükür kavuşturana!
Bir insanı anlamak için onu sevmek gerekir. Peki ama sevmek için ne gerekir? İşte tam bu noktada nedensizliğin arsız kuşları üzerinize pisler. Ciddiyim, bir de bakmışsınız, seviyorsunuz.”** Sevmek nedensizdir ama anlamak sevmeyi gerektirir. Çünkü, ancak sevdiğiniz zaman bir insana hoşgörünüzü açıp, onu anlamaya gönüllü oluyorsunuz. "Sevenler anlar ancak, sevmeyen değil."* Sadece bir kadınla bir erkeğin birbirlerine duydukları aşktan bahsetmiyorum. Çok sevdiğiniz bir dostunuzun yaptığı kötü bir şeyi de anlayabilirsiniz, suratı düştüğünde bunun nedenini de, yüzünde güller açtığında kalbindeki sevincin sebebini de… Defne’nin Ömer dışında böylesine özel iletişim kurduğu biri daha var; İso! O sayededir ki İso sadece kollarını açıp sıcak bir şekilde “Gel!” dediğinde Defne de hiç sektirmeden sevinçle onun boynuna atlar. Ne mutlu ki Defne’yle böyle özel iletişimi olan iki erkek, aralarındaki problemi çözüp üstüne de şimdi kendisine karşı şirket oluyorlar.

Ama tabi ki, anlamak için sevmenin gerektiğinin en güzel kanıtı Defne ve Ömer. Mesela Defne’nin yerinde bir başkası olsa, Ömer’in, duygularını gizlediği zamanlarda daha az hırpalanmak için kendi kabuğuna çekildiğini anlayamaz ve gönül koyardı. Kaçımız 15 Mart’ın anlamını öğrenen Defne gibi, Ömer’in bunu paylaşmamasının nedenini sorgulamadan en sevdiği yemeği yapıp onun kapısına dayanırdık? İyi niyetimizden şüphe edilmesine rağmen kalkıp ardımızdan gelen sevgilimizi sorgusuz sualsiz kabul edebilir miydik? Veya hangimiz bildiğimiz tutunduğumuz her şeyin karşısında bir sırla kollarımıza atılan sevgilimizle yeniden evlilik kararı alırdık?

“Kral” genç kızı bu kadar “çok” sevmeseydi; genç kızın ne zaman sevindiğini, ne zaman kırıldığını, ne zaman üzüldüğünü anlayamaz, hep en doğru zamanda, en doğru yerde sarıp sarmalayıp onu, yatıştıramazdı. Bu kadar “güzel” sevmeseydi; genç kızın ne hissettiğini, ne zaman desteğine ihtiyaç duyduğunu anlayıp özenerek, bazen korkarak kırmaktan ama her defasında üzerine titreyerek yanında olmazdı. İşin sırrı da bence bu özende. Mesela Ömer’in, Defne uyuduğu sırada sehpaya anahtarını bırakırken veya onu kollarında taşıdığı zaman kapıyı kapatırken gösterdiği özeni her defasında gözlerim dolarak izlerim.


Masalın en güzel izdüşümleri

Defne’nin de, tüm bu anlarda aslında uyuyor olmasına rağmen, bunların ve daha nice altı fosforlu kalemle çizilmemiş özenli ve incelikli tavrın farkında olup kıymetini bilmesi de, bu kadar çok ve güzel sevmesinden kaynaklanıyor. Ondan başka hiç kimse Ömer için “Öyle bir gülüyor ki, görünce bir daha kendine gelemezsin.” demez, diyemez. Çünkü o gülüşün altındaki güzelliği, seven kalbiyle gören, anlayan, bir tek Defnedir. Çünkü Ömer'in ruhuna dokunmuştur. Öylesine denkler ki; ikisi de, başkalarının elde etmek için türlü dolaplar çevirdiği Hulusi İplikçi servetini gözlerini kırpmadan reddedebiliyorlar. Hatta karşı tarafın bunu reddettiğini duydukları zaman yüzlerinde beliren gurur ve mutluluk bile aynı. Çünkü aynı vicdan yastığına baş koyuyorlar.

Onları kendi hallerine bıraksalar onlar iyiler, çok iyiler, birlikteyken şahaneler. “Başkaları cehennemdir.” der Jean Paul Sartre veya “Cehennem başkalarıdır.” da denir. Kimisi bunu kendinden başka herkesin cehennem olduğu şeklinde yorumlasa da bana hep ikili ilişkilerin “ikili” kalması gerektiğini söylüyormuş gibi gelir. Bir sevgiliyle, arkadaşla, anneyle veya kardeşle olan hayatı kendi içinde yaşamak, o ikili ilişkinin bilhassa da kritik virajlarında üçüncü bir kişinin etkisi altında kalmasını engellemek gerekir. Defne ve Ömer’in ikili ilişkilerineyse üçüncü, dördüncü ve hatta beşinci kişilerin hep müdahalesi oldu.

O nedenle Defne hiçbir zaman gönlünden taşıp akan duyguların seline kendini tam olarak kaptıramadı. Söyleyemedikleri, en mutlu olduğu anlarda bile ince bir sızı gibi içten içe kendini hissettiriyordu. Defne dolu dolu seviyordu Ömer’i ama sevilmenin tadını doya doya yaşayamıyordu. Onu ilk defa Ömer’den hiç kaçmadan ve bu kadar özgür hareket ederken gördük. Bu sayede, kendisine cennetin içindeki cehennemi yaratan Neriman’a, bir yıl boyunca yaşattığı tüm azabın acısını çıkartırcasına, gidip hesap sorabildi. Mesele Neriman’ın veya Pamir’in yarattığı hayal kırıklığı değildi, mesele hâlâ birilerinin, kendi hayatına fütursuzca müdahale edebilmesiydi. Hulusi Bey’in mirasını kendisine bırakmasına da aynı nedenle sinirlendi. Üstelik Defne’nin mağduriyeti ve kandırılmışlığı, Pamir’inki gibi son dönemin yalancı “mağduriyetlerinden” ve “kandırılmalarından” değildi.


Rüzgar çanı, rüzgar çanı olalı böyle rağbet görmedi.

Şimdi aşk zamanıdır
Aşk ömrün baharıdır
Bırak sarhoş olalım
İçtiğim aşk şarabıdır”*

Şimdi aşk zamanı, şimdi onların zamanı… Çünkü takvimler ne söylerse söylesin onların içinde sıcacık bir güneş doğuyor, mutluluk tomurcukları açıyor. Hep birlikte o çocukluğumdaki kırların ortasında durduğumuzu hissediyorum. Başkalarının kendilerini kandırmayacaklarına söz verdikleri, dert rüzgârlarının değil rüzgâr çanlarının uğultusunda yaşayacakları yeni bir dönem başlıyor. Sevenler kavuşunca izlemek ne güzel!

*Orhan Gencebay, Mevsim bahar olunca
**Barış Bıçakçı, Veciz sözler

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER