Seviyor Sevmiyor: Bir aşk muharebesi...
Favori çiftim #YiTu ^^
Merhaba 17. bölüm. Merhaba Deniz, merhaba Yiğit, selam olsun Tuna, hoş geldin 30 yaşındaki İrem… Sana da selam makyajı akan Asena, marketten eli kolu dolu gelen Neşe, Street Fighter Cemal ve diğerleri. Ve ekran karşısında diziyi izleyen herkes. Kocaman bir hafta pazar akşamı gelsin diye bekle veee hopppp diye bitsin dizi. Üstelik akıllarda milyar tane soru işareti bırakarak.

Bölüm bittiğinde kafamdan kaç tane farklı teori geçti. Fragmanda gelmeyince sabaha kadar türlü türlü olaylar ürettim. Sırayla hepsinden bahsedeceğim. Önceliği yeni bölümün detaylarına bakalım. Çünkü tam bir aşk muharebesi yaşandı. Hem de meydanda.


Temsili oyun tablosu

Bugün hala oynanıyor mu bilmiyorum; ama “Kim? Kiminle? Nerede? Ne zaman? Ne yapıyor?” oyunu vardı. (Oyuncu adedi kadar kağıt- kalem gereklidir. Oyuncular birbirlerinin cevaplarına bakmadan (birinci sorudan başlayarak) "sadece bir bölümü" doldurur. Sonra bu bölüm cevap görünmeyecek şekilde katlanır, kağıtlar diğer oyuncularla değiştirilir ve yazma işlemine sıradaki soruyla devam edilir. Tüm bölümler doldurulduğunda kağıtlar açılır ve cevaplar düzgün bir cümle kuracak şekilde sırayla okunur. Ortaya komik cümleler çıkar. Genellikle puanlama ya da kazanan-kaybeden bulunmaz.) Bu bölümü aynı oyunu izler gibi izledim. Eğlencesi, enerjisi yüksek, hislerin bulanıklığı fazla, karmakarışık düzene geçiş.


Alo Meriç akşam buluşalım mı?

İrem’in hafıza problemi devam ederken Deniz’in imdadına Elif teyze yetişti. Aslında gerçekleri haykırmak istediğini gördüm. Yalnız kızının üzülmesini hiçbir anne istemez. Sırlar çözülecekse oyunu başlatan bitirmeli kuralını sundu. Yiğit’in içine çoktan kurt düştü, artık geri dönüş yok. İrem isminin bu kadar çok karşısına çıkmasının tesadüf olacağını düşünmedi, araştırmalar yapıldı, sonuçlar alınamadı. Çünkü karşısında dev prodüksiyonlu Deniz yalanı vardı. Yiğit’ten bir adım önde devam edince tüm yollar kapandı. Tek şart İrem’in hafızasının yerine gelmesiydi, o da çok şükür mektupla beraber oldu. İrem merkezli olay ilk defa İrem saf dışı olmak üzere gerçekleşti ve açıkçası ben çok keyif aldım. En sonunda da sevmediği adamın yanında kalmayacağını söyleyerek yüzüğü verdi, tüm gemileri yaktı. Artık İrem’in ilk aşkı tarih oldu. (Sonradan karşımıza çıkar mı göreceğiz.)

Deniz’in yalanları o kadar birikti ki bidondan taştı. Yetmediği yerlere fazla kova koymak zorunda kalıyor. Deniz’e söylediği bunca yalan için deli gibi kızarken, Zeynep Çamcı’nın sahte İrem takliti geliyor ve kızamıyorum. Evet, bu kadın öyle bir kadın ki ekranda canlandırırken karakterleri öyle bir devleşiyor ki tutabilene aşk olsun. Hem ne demişler “Yiğidi öldür, hakkını ver.” Hee bu sözü de sahiden Yiğit’i öldürdü şimdi de alsın Tuna ile mutlu olsun diye algılayanlar da olabilir.^^ Buna da farklı algılar, farklı bakış açıları diyoruz. Mesela Yiğit tam da benim teorim gibi Asistan Deniz’i gerçek Deniz olduğunu düşleyerek nefret etme yolunu geçmiş. Çünkü İrem’i gerçek ilk aşkı olarak bilen adam aldatmamak için sevdiğini uzaklaşma metodunu kullandı. İşe yaramadı o kısım ayrı.


Tuna gibi öpmek

Tuna Ertürk. Sevmesi kadar bakması da ayrı adam. Üstelik artık “Tuna gibi öpmek.” diye bir kelime de yaratabiliriz. Nasıl naif, nasıl içten, nasıl kıyamamışçasına. Tuna neden ve nasıl bu kadar gönüllere girdi de kolay çıkamıyor? Çünkü Tuna yapmacık olmadı. Tuna olduğu gibi göründü. Aslında Tuna gibi erkekler gerçek hayatta sık sık karşımıza çıkmadığı için çok sevdik. Deniz’den faydalanmadı diye vazgeçemedik. Yanağına bir buse kondurması, burnundan öpmesi, Deniz omuz aradığında yanında olması Tuna’yı asla kötü erkek yapmaz. Eğer Tuna’nın içinde biraz art niyet olsaydı Elif Teyze kızına “Tuna’ya şans ver.” demezdi, diyemezdi. Hangi anne ister evladının üzülmesini? Kötü biri ile evlenmesini? İster 15 ister 25 ister 35 yaşında olalım, biraz empati yaptığımızda cevabını verebiliriz.


Kızım kiminle evleneceksen karar ver, dayanamıyorum artık.

Yalnız şöyle bir durum da var. Annesi Deniz’in Yiğit’e aşık olmadığını biliyor. Madem bitirdin Yiğit’i o halde Tuna’yı arkadaş olarak görme demek istiyor. Ona bir şans ver, zaman ver, belki de hayatının erkeğidir demek istiyor. Sonuçta onu ünlü yazar Gölge olarak tanıyor. İçinin nasıl olduğunu, karakterini sofraya oturmadan bilemezdi. Unutmayın ki ekranda izlediğimiz karakterler oyuncuların kendileri değildir, elbette kendilerinden duygular katıyorlardır; ama ne Yiğit Tuna ne Gökhan Yiğit.

Erkekler ağlamaz. Sadece şarkı sözü olduğunu eminim hepimiz biliyoruzdur. Yoksa onlar da sessiz köşelerde içli içli ağlarlar. Mesela Tuna gibi. Evinde, küçücük kızın omuzlarında. Olmuyorsa zorlamanın anlamı yoktur misali vazgeçti Deniz’in mavi sularında yüzmekten. Kaybolmaktan, kendini daha fazla kaptırmaktan korktu. Ne de olsa sevdası belli, sevmeyeni belliydi. Kendini Go Flamingo’yu toparlamaya ve yine kahramanlıklarını yapmaya adadı.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER