Zenginlerin depresyonu da böyle demek ki. Ya sahillere
atıyor kendini ya da havuza. Balık mıdır, nedir? Hem depresyonda hem de atarlı.
Gül’ün yanında Sarp’ı gördükçe nasıl da kabardı, görmediniz mi? Aslında o
balans basit be Kemal’ciğim. Gül, seninle Seçil’i her gördüğünde ne
hissediyorsa sen de onu hissediyorsun. Keep calm ve Gül’ü tekrar kazanmaya bak.
Gül ve Kemal ilişkisinde tutarsızlığın olduğu taraf Gül. Ona eminim. Bir türlü
emin olamadığım şey şu: Kemal’e hayran mı aşık mı? Sarp’a hayran mı aşık mı?
Nasıl böyle kalabildin diyor. Şimdi ben bundan ne anlayayım? Kur mu yapıyor,
hayranlığını mı dile getiriyor.
Ne diyorlardı: İlk bakışta değil; son bakıştadır aşk! Son bakışta aşk yok.
"Bu çocuklar büyüdü. Bu aşk bitti!"
Bu hafta boyunca aklımdan geçen cümle “Gül ve Kemal: İki
değişik birbirini bulmuş.” Ama Kemal ile Seçil’in konuşmasından sonra fikrim
tamamen değişti. Bazen küçük sesle konuşmak, en yüksek desibelli çığlıktan daha
etkiliymiş dedim. Kemal, (bildiği) geçmişi geçmişte bırakmayı bildi. Peki, ya
bilmedikleri?
Ay yıldım ben bu gençlerden. Velisi yok mu bunların?
Hıh, buradalarmı, tamam!
Evladııım, zıplamayın!
Ahmet ile Ayten’in Özdemirler’in evine alışamaması
hallerini sevmekle birlikte onları ait oldukları yerde mutlu görmeyi ben de
onlar kadar çok istiyordum. Zaten kendileri de sevmiyormuş ki. Civanlar’ın bir
şekilde kendi evlerine dönmüş olmalarına çok sevindim. Çünkü Ahmet ile Ayten’im
o evde mutlular. Büyük ev mutluluk getirmedi canlarıma. Üstelik “Her şerde bir
hayır vardır.” Sözünü de bir kez daha ıspatlamış olduk. Ahmet ile Ayten’im eve
geri dönmeselerdi Neriman, Hasan Dede’yi gözlemenin içine koyar da yerdi.
Aşırılı sevgi! -E*R*D*A*L Ö*Z*Y*A*Ğ*C*I*L*A*R-
Yalnız Neriman hakkından gelse gelse Ayten gelir, Neriman’ı
sulu götürür susuz getirir diyordum ki Ayten’im iç sesi mi duydu mu nedir, koşa
koşa geldi. Oh canıma değsin! Neriman’cığım bir kere Ayten ve Ahmet Hasan
Dede’yi bırakıp gitmedi; Hasan Dede, kendisi gelmek istemedi. Sonunda her şeyin
Hasan Dede’nin istediğine en yakın olması çok güzel oldu. Bunların hakkından
gelse gelse Hasan Dede gelir zaten! Hem ne demişler win-win!
Fidyeci
geldi haaaanım!
Lütfü’yü çok seviyorum nokta NET! Neden? Çünkü
gülümsetiyor. Ama bu hafta sınırı biraz aştı sanki. Fidyecilik güzel plandı,
güzel olmasına güzeldi de… Nasıl anlatsam… Hıh, buldum: Yalancı çoban hikayesi!
Böyle yaparak kredisini tüketmesin istiyorum. Bir gün gerçekten bir şey olacak
ve kimse inanmayacak. Bir “keep calm” da Lütfü’ye gelsin. Bana kalırsa şu an
Lütfü’nün başta Yasemin ve Gül olmak üzere tüm ahaliye büyük bir özür borcu
var!
Anladık, paraya ihtiyacın var. Herkesin var. Ama Lütfü…
Cem’in annesi oğlunu elinde tutmak için parayı kullanır ona şaşırmam. Ama Lütfü,
kızlarının ayaklandırıp, onlara krizler geçirtirken... :(

Özetle; Lütfü’yü ilk defa, cidden bu kadar suçlu
gördüm. Eski Lütfü’yü bir bölümde özledim. Herkesin Civanlar’ın evinde tekrar
buluşmasını da çok sevdim. Ama bu kadar curcuna içerisinde parlayan, son üç haftadır
olduğu gibi, bu hafta da Cem oldu. Bitemeyen aşkını ilan etmesi, yine daha
makul bir hareketti. Ama Yasemin’in Sarp ile olan aşna fişnesini tüm ev ahalinin önünde ilan
etmesi… İşte o zaman Cem'in iç sesini duydum: Show must go on!
***
Yine sonu çok güzel sürprizli biten bir Gülümse Yeter izledik! Güldük, eğlendik
ama en çok da “Nasıl ya?” diye sorduk. Romantik komediyse düşündürtmeyecek
değil ya?!
Bu kadar emek, böyle yaratıcılıklar, akıllara kazınan
tatlı diyaloglar… İki saat on sekiz dakika (2 saat 18 dakika) süren ve bunu her
hafta aynı yaratıcılık ve güzellikle devam ettiren tüm ekibin emeklerinden
öpüyorum. Ellerine, kollarına, emeklerine sağlık!