Mahzun Dede’nin vurulmadan önceki son öğüdüydü. "Bırakın kerpici, taşı; bir gönül yapın ki Hak cemalini orada göresiniz ."diye
devam etti. Sonra vuruldu.
Koş Reis, koş. Bütün yangın üzerine kalacak, haberin yok.
Mahzun Dede’yi vurmak herhangi bir beşeri vurmaktan
farklı bir durum. Mahzun Dede’yi vurmak bir insanın canına kast etmek
istemekten çok öte bir eylem. Mahzun Dede’yi vuran kuklaların oynatıcıları, bu
eylemin yalnız birini ‘vurmak’ değil, bir milletin ortasına ateş topu atmak anlamına
geldiğini iyi biliyor. Bu yüzden halkı en çok birliğe, hoşgörüye çağıran Alevi
Mahzun Dede’yi koyuyor hedef tahtasına. Gündüz saatlerinde, Sünni Mahallesi'ndeki kahvehaneyi kurşunlatan karanlık eller bunu, tam da Ülkücü Reis’in
oradan geçtiği vakitlerde yapıyor. Eylemi, Aleviler yapmış gibi göstermek ilk
kural. Reis peşine düşüyor eylemcilerin. Akşamına aynı kirli eller Alevi Mahallesi'ndeki
kahvehanede sohbet eden Mahzun Dede’yi kurşunluyor. Olayın bir misilleme (!)
olduğunu anlamak hiç de zor değil, değil mi? Gündüz Sünni Mahallesi'ndeki
kahvehaneyi kurşunlarsan, onlar da senin önderini kurşunlar. Bakınız insan
hemen çözüyor. Yorulmadan. Oyun öyle basit, öyle bilindik ki. Fakat korkarım yüzyıl geçse de biz bu tuzağa düşmekten bıkmayacağız. Aynı akşam Alevi Mahallesi'ni yangın yerine
döndürecek fitil de ateşleniyor. Yüzü maskeli, beyni sulanmış engerekler bir
mahalleden yola çıkıp ortalığı cayır cayır yakmak, milletin kanını
emmek için el ovuşturuyor.
Elinden evladı alınmış anne gibi, gözaltındaki öğrencilerine ağlıyor Zehra Hoca.
Dün de
ve bugün de öğretmenlik
Müdür’ün haksız şikayetiyle gözaltına alınan
öğrenciler için bir anne, bir baba samimiyetiyle çırpınıyor dizinin öğretmen
kahramanları, ya da kahraman öğretmenleri mi demeliyim, bilemedim. Öğrencisinin
derdini kendi derdi, yokluğunu kendi yokluğu bilip bu uğurda elinden geleni ardına
koymayan, idealist ve güzel yürekli öğretmenler insana "Ah size ne çok ihtiyaç
var!" dedirtiyor. Cahit Hoca, Zehra Hoca ve Erdem Hoca "Bir öğretmen nasıl
olmalı?" sorusunun karşılığını oynuyor. Yaşanmış öğretmen hikayeleri
dinleyenler, bunun bir ütopya olmadığını bilir. Eskiden öğretmenlik, fazlasıyla kıymet verilen bir meslekmiş. Annem anlatırdı. Babamın tayininin çıktığı köyde, bize sultanmışız gibi davranırlarmış. Çünkü Hz. Ali’nin "Bana bir
harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" sözüne gönülden biat ediyorlarmış. O
dönemde ülke genelinde de öğretmenlere bakış açısı böyleymiş.
Yedi
Güzel Adam izlerken en çok bunu düşünüyorum ve hemen her
yazıda da ifade ediyorum; Acaba günümüzde de her okulda bir Zehra Hoca, bir
Erdem ya da Cahit Hoca olsaydı gençlik yine aynı noktada olur muydu? Olmazdı bence. Fakat günümüzde bunu mümkünsüz kılan
faktörler var. İstisnaları tenzih ederek söylüyorum, öğretmenlerimiz artık
hayat gailesiyle, kendi dertleri, mesleki sıkıntıları, imkansızlıkları ile öyle
hemhal olmuş durumdalar ki, gençliğin sorununa eğilecek ne takatleri ne
zamanları var. Elbette öğrencilerine kıymet veriyor, mesleklerinin
icabını hakkıyla yerine getiriyorlar. Benim söz ettiğim, gençlik meseleleriyle köklü
ve derin biçimde ilgilenmek. Ancak öğretmenlerin uzun süredir buna imkanları
yok. Çünkü sınavları, atanma problemleri, eş durumu sıkıntıları, geçim dertleri
bitmiyor. Sürekli değişen eğitim sistemine önce kendileri adapte olmaya çalışıyor
ve tam uyum sağlayacakken bir kez daha değişen sistemle yeniden allak bullak
oluyorlar. Öğrencilerini bu sürece alıştırmak için yoğun çaba sarf ediyorlar.
Bir yandan da yukarıda saydığım problemlerle baş etmeye çalışıyorlar. Bir de kendilerini tehdit eden öğrenci ve veli sorunları var. Kendisine sınıfa girmesini söyleyen
öğretmenini üçüncü kat merdiven boşluğundan aşağı atan lise öğrencisi gördü bu
gözler. Can güvenliği bile olmayan öğretmenlerin, dünü ile bugünü arasındaki farkını net bir biçimde görebildiğinizi ümit ediyorum. Gelinen bu
noktada her okuldan bir Erdem Hoca, Cahit ya da Zehra Hoca çıkmaması durumunun
müsebbibi olarak öğretmenleri değil, sistemi gördüğümü belirtmekte fayda var.
Zehra Hoca'nın aklı, kalbi öğrencilerinde. Öğrencileri ise niye düştüklerini hala bilmedikleri bir azap çukurunda.
Hayalini kurduğumuz öğretmen modellerinden biri olan
Zehra Hoca’nın işkence gören öğrencisi Merve için masaya vurduğu yumruklar
hafızamızdan silinmiyor. Müdür Bey’e bakıp; ‘‘Eserini gördün mü?’’ diye avaz
avaz bağırdığı, öğrencisine işkence raporu vermeyen doktorun odasını bastığı
sahneyi boğazımızda bir yumrukla seyrettik. Haykırışına ve çaresizliğine bizi
tanık yazsınlar.
Haftaya yine alev alev bir Maraş, kirli tuzaklarla
oyuna getirilmiş bir Türkiye seyredeceğiz. Emek veren herkesin eline sağlık.