Nazım’ın
kaçırılmasıyla kapadığımız 26. bölümü bu hafta aynı noktadan açtık. Açıkçası
kaçırılma işinin uzamamasına sevinsem de daha dolu bir öykü beklemiştim orada.
Özellikle de Sinan’ın geçmişiyle ilgili bir iki detay çıkar ortaya diye
ummuştum, olmadı.
Necip’in
yediği dayaklar ve adamlara hibe ettiği 300 bin lira yanına kâr kaldı ve
kaçırılış sahnesindeki absürtlüğün simetrisi olarak da Nazımcık, kurtarıldı.
Açıkçası evlat hasretine dayanamayıp kaçıran “sözde anne”nin “Onun ailesi
sizsiniz.” notunu son derece manasız buldum. Yakalanacağını anlayınca çocuğu
bırakmasını anlarım da birdenbire nasıl bir aydınlanma yaşadı da hatun, o
duygusal mesajı yazdı onu çözemedim.
Bu
sekansın en doğru tarafı bence Sinan’ın Pelin’in ailesinin içinde değişen
konumunu fark etmesi oldu. Pelin’den nefret eden bir Meliha bırakmıştı,
Pelin’in boynuna sarılan bir anne buldu. Ablasına gelince “Sen olmasan ben bunu
atlatamazdım.” diyecek kadar Pelin’e minnet dolu, bir kadın. Pelin o evde artık istenmeyen yabancı değil neredeyse evin kızı. Üstelik bunu Sinan’ın çabasıyla
değil tamamen kendi kimliğiyle yapmış. Tıpkı Filiya gibi, Sinan’ın ailesi de
Pelin’in damgasını vurduğu yerlerden biri olmuş.
Hazır
yeri gelmişken çenemi kapayamayacağım ve söyleyeceğim: Sinan, Nazım’ı
kurtarmaya giderken Pelin de onunla gitmek için geliyor, motosikletin yanına.
Sinan’ın bakışı üzerine de “Aynı tartışmayı yapmayacağız, değil mi?” diyor
Pelin. İyi de sevgili senaristler geçen sefer tartışmamışlardı ki… Pelin “Ben
de geliyorum.” demişti. Sinan da ona bir kask uzatmıştı, sadece. Keşke ufak da
olsa detaylarda biraz daha dikkatli olunsa…
Bu denklemde bir
yanlış var ama… Ben nerede hata yaptım ki?
Sinan’ın
Barış’ın restoran planını anlatarak “Hayal kırıklığı yaşama, istedim.” cümlesine Pelin’den gerçekten
muhteşem bir cevap geldi: “Hayal kırıklığının kitabını yazdım sayende, Sinan!”
Yerden göğe kadar da haklıydı Pelin. Amaaaaaaa geçen bölüm Başak’ın dile
getirdiği bir detay var ki onu atlamak mümkün değil: Hâlâ tartışıyor Pelin,
Sinan’la… Susmuyor yani… Yaşadıklarından sonra bu öfkesinin dışavurumu gibi
görünse de Sinan onu fazlasıyla kışkırtsa da aslında bu iyiye işaret… Pelin,
iddia ettiği gibi kapayıp geçmiş değil olup bitenleri… Elbette biz Pelin’in
yalnız kaldığı anlara tanık olan izleyiciler olarak bunu biliyoruz da ben Sinan
olsam buradan Başak’ın yaptığı çıkarımı yapıp aynı yerden yürümeye devam
ederim. Bu, hem Pelin’in Sinan’ı içinde bitiremediğini ona fark ettirecektir
hem de sıkışan gazın yavaş yavaş boşalması nasıl büyük patlamayı engellerse
Pelin’in laf sokmaları da eninde sonunda yaşanacak büyük depremin şiddetini
hafifletecektir.

Pelin’i bana
geri getirecek bir aplikasyon var mıdır ki, bunda?
Sinan’ın
mesajlaştığı, şu 'sokağı iyi tanıyan' adam, onun kayıp bir yılının da ipucu
olacak belli. Yavaş yavaş o bir yılın ortaya çıkması gerek artık, diye
düşünüyorum. Çıkmalı ki Sinan, iticiliğinden kurtulsun. Alaycılığı, zerre duygu
belirtisi taşımaması ve umursamazlığı bende Sinan’ın kredisini hızla tüketiyor.
Hatta bu bölüm Pelin’e “Çok meraklıyım, senin özel hayatına!” dediğinde
Pelin’le eş zamanlı “Küstah!” sözü döküldü dudaklarımdan. (Ki bilenler bilir,
ben ayrı bir severdim Sinan’ı.)
Ben,
Sinan Pelin’in ayaklarına kapansın, perişan olsun özürler dilesin filan
demiyorum. Belli bir şeyler yaşadı bu adam… Üstelik gidişi Pelin kadar onun
için de bir travma… Gitmesi hele de durumu haber vermeden gitmesi büyük
ofsayttı kabul ama belki dönememesinin geçerli bir açıklaması var. Bunu
kabullenmeye de dünden hazırım ama lütfen Pelin’in yalnız kaldığında yaşadığı
tereddütler, etkilenmesi, hissettikleri nasıl yansıtılıyorsa Sinan için de yapılmalı
hem de acil olarak... Ve ilaveten Sinan’ın alaycılığına bir sınır konmalı… Bu
hikâyenin en masumu Pelin çünkü ve bu tavrı hiç hak etmiyor. Ben, Sinan’ın şu
anki tavrını oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun hırsı gibi görüyorum ve
Pelin’i sevdiğine inanamıyorum, ben Pelin’in görüş açısından çok daha geniş bir
açıyla izliyorken olayları, bunu hissedemiyorsam Pelin, o aşka nasıl inanacak?
Yazı devam ediyor...