Hülya büyüdü, bebek sahibi oldu, bebeğini kaybetti. Hülya,
Filiz’in doğumunu bekledi, Mehmet’in annesi oldu, Kerim Mehmet’i Filiz’e geri
götürünce bebeğinden ayrı kaldı. Hülya, Kerim’i terk etti, bebeğinden ayrı
kaldı. Kerim, Aylin meselesini öğrenince evi ve Hülya’yı terk etti; Hülya,
bebeğinden ayrı kaldı. Hülya’nın yaraları birçok kez sızladı ama hiçbiri de bu
kadar sancılı olmamıştı.
Hülya Çamoğlu Cevher, anneliğin en çok yakıştığı kadın…
Bebeğine bakarken gözlerinin içine kadar gülen, endişeden içi titreyen,
sevgisini doya doya gösteren, korkularından kaçmaya çalışan Hülya…
Burcu Biricik - Olgun Toker rocks!
Zaaflarına hayranım Hülya'nın. Zaafları onu gerçek kılan. Fakat en çok da anneliğine hayranım. Çünkü Hülya, en çok Mehmet’in annesi benim gözümde.
Ne Kerim’in sevgilisi, ne Cevher gelini, ne de bir başkası.
Burcu Biricik’i ayakta alkışlıyorum. Sanki 9 ay karnında
taşıdığı, 10 ay koynunda uyuttuğu bebeğini çekip alıyorlar elinden. Öyle bir
çırpınma hali, öyle bir korku, endişe…
Acı çektikçe olgunlaşırmış insanlar, sevdalar… Ben de Hayat
Şarkısı’nın canımı yakma halini öyle çok seviyorum ki.
Panter Hülya.
Hülya ve Filiz çatışması daha ilk bölümden beri beklediğim,
hikayenin dinamiklerine hizmet edecek çok doğru bir çatışma. Evet, Hülya’nın
anneliğine hayranım ama -annelik- meselesini Hülya ve Filiz üzerinden de
tartışmak isterim. Bu Hülya’nın eksiğini aramak ya da Filiz’i yüceltmek
anlamına da gelmez. Fakat Hülya’nın anneliğinden konuşacaksak, Filiz’in
eksiklerini de somut bir şekilde görmek zorundayız. Yoksa haftalar boyu kurulan
çatı tek bir sahneyle bile yıkılabilir. Fakat ne mutlu ki muazzam işlenen bir
hikayenin seyircileriyiz. O yüzden Filiz’in hikayemizin içine girmesi beni
ayrıca heyecanlandırmıştı. Bu meseleyi de daha sonra uzun uzun konuşacağız.
Artık Filiz’in gözleri de açıldı, mesele daha heyecan verici bir hal aldı. Üstelik artık Cem de Filiz'le tanıştı.
Filiz’in Mehmet’i almaya gelecek olması sürpriz değildi ama
Filiz’in tek başına var olmaya başlaması büyük bir sürpriz oldu. Hem de
yaklaşık 25 bölümlük bir sürpriz. Filiz’in Eminna’dan duydukları, kendi başına
Cevher malikanesine gitmesi, sonrasında Nurgül’e verdiği ayar, yine kendi
başına Mehmet’i almaya gitmesi önemli noktalardı. Filiz artık saf değil ve bu
da tehlikeyi ikiyle çarpmak demek. Cem'in de olayların içine dahil olduğunu düşününce belki de üçle çarpmak. Fakat Filiz'in hayatındaki önceliğin içki, Cem'in de para olduğunu düşününce Cem'in Cevher ailesine yarayacak bir plana girişmesi de ihtimal dahilinde. Ama Cem iki tarafla birden savaşmayı seçer mi bilemedim. Gerçi, hem Filiz'in paralarını harcayıp hem de Hülya'nın ayağına çelme takacak kadar zeki bir karakter olmadığı ortada ama izleyip göreceğiz tabii.
Mehmet gelecek hafta Filiz’le gidecek peki nasıl geri
gelecek? Orası muamma. Ama bebeklerinin yokluğunda birbirine sarılarak uyuyan,
kolu kanadı kırılmış bir HülKer görmek, ev ahalisinin acısına şahit olmak
istiyorum. Çünkü artık mesele Hülya’nın çok ötesinde. En ufak bir tatsızlıkta
Hülya’nın üzerine yüklenmemeleri için Mehmet’in yokluğuyla sınanmaları gerek.
Gözlerinin maviliklerinde acıların da kaybolsa keşke.
Bu koşullar altında kalbi en çok parçalanan Hülya olacak.
Çünkü Hülya bir anne ve annelerin kalbi çok başka atar. Belki de iki haftadır
Cevher kadınlarının Cevher erkeklerinden daha aktif olmasının nedeni budur.
Neden Cevher erkekleri kendini geriye çekiyor diyoruz ya, bence bunun sebebi de
detaylarda gizli. Süheyla Hanım, o masada şu cümleyi kurdu ve benim
kafamdaki tüm soru işaretlerini yok etti. “Ana olmadığınız için kadınları
anlayamazsınız.”
Hülya’nın Mehmet’ten ayrılıyor olması canımızı yaksa da bir
gün gelecek daha da kavrulacak bedenimiz. Hülya, bağ kurmak istemediği bebeğine
görünmez bir bağla bağlanmış zamanında. Unutmuş gibi yapsa da unutmadı ama
kendi bile hatırlamak istemiyor. Ne dedi Hülya, Mehmet’ten bahsederken; “Ben bu gerçeği kendimden bile sakladım çok uzun zaman. Bütün
dünya o benim çocuğum sansın istedim. Anlatamazdım ki.” Bu cümleyi rahatlıkla geçmişe de uyarlayabiliriz. Hülya, Melek'e Mehmet'i açıkladığında, Melek'ten bambaşka bir tepki beklerdim. Gözlerinden akan yaşlara, pişmanlık içeren ufacık bir sözcük eşlik edebilseydi keşke...
Hülya, yeryüzünde tanıdığı tanımadığı herkesi Mehmet’i
doğurduğuna inandırdı. Çünkü rahminde büyütemese de aylarca kalbinde büyüttü
Mehmet’i, aylarca koynunda uyuttu. Öyle güzel sevdi ki, gözü görmedi kimseyi.
Süheyla Hanım, onu evden kovduğunda ise kalbine bir cam parçası daha battı.
Çünkü o bir 'anne' Hem de gönülden...
Süheyla Cevher, değişime gelemeyen kraliçemiz. 26 bölüm
boyunca anlatılan Süheyla Cevher karakterinin rotasının milim şaşmadığı bir
tepki gördük Süliş’ten. Önce ayıldı, bayıldı; sonra kıyameti kopardı. Ve sonra
her zamanki gibi yumuşadı. Fakat bu sefer bir tık daha fazla yumuşadı sanki,
değil mi? Neden mi? Çünkü o bir anne. Ve sadece rahminde büyüttüğü Hüseyin ve
Kerim’e değil, kalbinde büyüttüğü Bade’ye de annelik yapıyor. Mehmet meselesi
konuşulurken, “Kızcağız kıyamamış, Mehmet’i bağrına basmış.” repliği Süliş’in
ağzından çıktığında Bade’nin Süliş’e doğru koşması bir senaryo & reji
şahanesidir.
Petrol prensesi de olsan Cevher malikanesine girerken o ayakkabılar ayaktan çıkar. Nokta.
Ve yine Süheyla ve diğerlerinin Mehmet’i öğrenme anı çok
güzeldi. Alabildiğine karışık ama renklerin birbiriyle dans ettiği bir yağlı
boya tablosu gibi muazzam bir uyum içerisinde.
Kerim istedi...
Cevher çocukları annelerini çok iyi tanıyor. Ve Kerim’in
sükunetle çözüme yürümesine hayranım. “Ben istedim.” dedi ve bitti. Ne rencide
etti Hülya’yı, ne yalnız bıraktı. Halbuki Mehmet’i ilk gördüğünde şaşkınlıktan
küçük dilini yutmuş, Mehmet’i Filiz’e geri vermek istemiş, Hülya’ya kan
kusturmuştu. Ama geçen zaman öyle yaradı ki Kerim’e, Kerim büyüdü. Hepimizin
gözü önünde, belki de en çok o büyüdü. Mehmet’in parmakları yüzüne dokundukça,
Hülya’nın aşkı kalbinde yeşerdikçe, Cevher malikanesinin neşesi kulaklarında
çınladıkça olgunlaştı Kerim. Ve o istedi…
Yazı devam ediyor...