Aylardır beklediğimiz Poyraz Karayel
üçüncü sezonuyla nihayet döndü. Diziyi izlemeyi henüz bitirmiş, tüylerim diken
diken olmayı daha bırakmamışken bölümden aklıma kazınan anları yazmak isterim
zira tek başıma taşıyamayacağım bir duygusallık yaşattı sezon açılışı.
Bir kere bölümün hemen başında
Ayşegül’ün acısını o kadar derinden hissettim, o kadar sanki yanı başımızda acı
çeken biri var ama ona hiç yardım edemiyormuşum gibi oldu ki bölümün devam
ettiği iki saat boyunca kendime gelemedim. Fragmanları izlerken Ayşegül yeni
birine âşık olursa sinir olurum diye düşünüyordum ama acısı o kadar gerçekti
ki, onun da tekrar hayata karışmasını çok istedim, varsın Çınar’la olsun dedim.
Her sahne hafif fluydu ama ben ağladığım için mi, yoksa Poyraz’ın yokluğunun
sesinden miydi emin değilim. Bunca acıya dayanamayan Ayşegül’ün intihar edip de
ölememesinden sonra kurduğu ‘Beyin ölümüm gerçekleşmediğinden, teknik olarak
yaşıyor olmakla suçlandım.’ cümlesini duyduğum an Poyraz Karayel’i neden bu
kadar çok özlediğimi hatırladım bu arada. İyi ki geldi, hoş geldi.
Bir diğer perişanlıktan
perişanlığa sürüklenmeme vesile olan sahne Sinan’ın İsa ile görüntülü
konuşmasıydı. Küçücük kalbiyle üzülmüyormuş, artık koca adammış da çok
güçlüymüş gibi yapan Sinan’a ekrandan doğru sarılasım geldi. Sen benim
kahramanımsın Sinan Karayel.
Meltem’in Poyraz’ın yaşadığına
olan inancını izlerken aklıma Akıl Oyunları filmi ve John Nash geldi fakat
kızcağız haklıymış anlaşılan. Zülfikar’ın onu hayata döndürme çabaları güzeldi
ama elbette yetmezdi. Benim bildiğim Zülfikar cümle acılara göğüs gerer,
sevdiğini her koşulda pamuklara sarar sarmalar, değil iki yıl, yirmi yıl da
geçse yalnız bırakmazdı onu ama işte o da eski Zülfikar değil ki. Meltem’e söylediği
‘Poyraz öldü. Sema gibi, Sefer gibi öldü’ cümlesi bunun en büyük ispatı. Her
giden Zülfikar’dan da bir şeyler götürdü, hele Sefer. Yine de Zülfikar’la
Taşkafa’nın İsa’ya ödev yaptırabilecek kadar hayata dönmüş olmaları beni çok
mutlu etti, İsa kıymetlimdir.
Bahri Baba’nın acımayı külliyen
bir tarafa bıraktığına şahit olmamız da beni çok etkiledi. ‘Mafya babasında ne
arar acıma?’ diyebilirsiniz ama Bahri Baba ‘Günün nasıl geçti?’ sorusuna ‘Ayşegül’e
ateş eden adamı öldürdüm’ deyip yürümeye devam edecek adam değildi. Hele o ince
narin nazenin Despina Hanım, bu cevap üzerine ‘Karnın aç mı?’ diyecek kadın hiç
değildi. Zaman ve acılar herkesi farklı vuruyor tabii. Bahri Baba’nın Sema’nın
fotoğrafına bakması içimi çekti, ağlattı beni zira Poyraz Karayel’de en çok
etkilendiğim şeylerden bir tanesi de her zaman aile olmanın kan bağıyla alakası
olmaması vurgusudur. Elbette Sema Bahri Baba’nın en kıymetli iki kızından
biriydi ve o gidince kolu kanadı kırıldı. Kentsel dönüşüm kapsamında evsiz
kalan Albay’ı Bahri Baba’nın evine götürürken Taşkafa’nın da Ümran’ın da bir an
bile tereddüt etmemesi de bu sebepten değil miydi? İnsan ancak ailesinin evine
yanında birini götürürken hiç ‘Acaba isterler mi onu da?’ demez çünkü aile sadece
seni değil, seninle gelen her şeyi de kabullenir ve evet bunun kan bağıyla
ilgisi yoktur.
Tanıdık yüzleri o kadar özlemiştim ki, onlara kavuşmanın sevinciyle ekibe yeni katılanlara bu ilk bölümde pek de aldıramadım açıkçası, onları artık ilerleyen bölümlerde tanıyacağız umarım. Üçüncü sezon güzel başladı, devamı
gelsin ve Poyraz’ı da bir an evvel aramızda görelim dilerim. İyi seyirler.