Bir önceki
bölüm Karlos’u kanlar içinde Yaren’in kollarında bırakmış, tüm haftayı da
Karlos’un tezgâh olduğunu sonradan öğrendiğimiz cenaze fragmanıyla geçirmiştik.
Fragman da o kadar güzel hazırlanmış ki kardeşim, imamın bizim dede olduğunu
dahi anlamadım. Yüreğim ağzıma geldi, öyle tezgâh mı olur? Nevizadeler, çok
çirkindiniz be!
Ha bu arada,
Rıfat Kulunç’tan aldıkları paralar, asıl sahiplerine yani ihtiyacı olan
madencilere gitti.
Cenazeye
gittik, döneceğiz.
Yaren,
maşallah cin gibi hatun. Meğerse Malatyalı’nın adamının peşinde olduğunu
anlamış da Nevizadeleri harekete geçirmiş. Hoyrat Karlos’un, Ferdi de Hoyrat’ın
peşindeymiş. Şaşkının bayrak tutanı Hoyrat, belindeki makinayı sanki övünülecek
bir şeymiş gibi aça aça gezdiği için silahı fotoğraflayıp aynısının kurusıkını
bulmak Nevizadeler için zor olmamış tabi ki. Hoyrat tam Karlos’a giderken Ferdi
sokak çocuğu kılığında “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğudur marifet.”
diyerek gerçek silah ile çakmasıyla değiştirdiğini biz sonrada öğrendik. Ve
malum sahne… Karlos ve Hoyrat karşı karşıya. 3 el ateş. Karlos yerlerde. Tabi
ki Hoyrat olay mahallini terk edene kadar. Bir de çakma cenaze ayarlandı mı tamam!
Hoyrat, Karlos’un öldüğüne inanmalıydı, inandırdılar. Hoyrat, “Allah
taksiratını affetsin” dedi koşa koşa abisine durumu yetiştirmeye gitti. Elbette
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran 3/185) lakin Nevizadeler için daha
erken, Hoyrat’çığım.
Cenaze
tezgâhının başından sonuna kadar Eris Morris’i kıskandıracak kadar muhteşem bir
oyunculuk çıkaran Nevizadeleri tebrik ediyorum. Yaren’in kendini yerden yere
atmaları, Ferdi’nin gözlerinin dolu dolu olması. (Zaten bu bölüm Ferdi’nin
gözleri hep doluydu, geleceğim o mevzuya.) İyi iş çıkardığınız Nevizadeler!
Yaşasın tam
bağımsız Nevizadeler, yaşasın Karlos!
Ölümlü
mölümlü şeyleri çok uzatmıyorum. Malum Ali Rıza Kaptan hala hapiste. Ferdi,
“Dertler “Derya” diyerek kendini yakarken, Kandemir ise kızına kavuşacağı gün
için sabırsızlanıyor. Yeni tezgâhların yapılması, paranın da acilen toplanması
lazım.
Aktivist
Cemile Hayati’ye karşı
Nevizadalerden
önce efsane komşu Hayati’nin durumundan kısaca bahsedeyim diyorum. Malum, bir
önceki bölüm Hayati ve Maşuka Kandemir’in yatağında Gıyas ve Cemile’ye
basılmıştı. Cemile de, haklı olarak, Hayatiyle konuşmama grevindeydi. Ağzını
bantlamış, öyle duruyor. Tamam, eyvallah, haklısın da en azından Hayati’yi bir
dinle Cemile’ciğim. Büyüklük sende kalsın. Sen Maşuka’yı bilmiyor musun? Haydi,
Maşuka’yı geçtim, kocanı bilmiyor musun? Kim ne yapsın tipitip Hayati’yi?!
Evden de koymayaydın iyiydi. Hayati, bir elinde yastık bir elinde yorgan
sokaklarda kaldı.
Baş belası
gönül işleri
Bu hafta hem
işler hem de aşklar hem kendi içlerinde hem de birbirleriyle karışık bir
haldeydi. Yaren ve
Karlos çakma cenazenin de etkisiyle daha bir güzellerdi. Kıymet bilmecilik. Hep
sakatat değil ya bu sefer de güzel bir restoranda tatlış tatlış romantizm
yaptılar. Sanırım Yaren ve Karlos’un hikâyesini yap-boz gibi parça parça
öğreneceğiz. Laf arasında Karlos bir bıçaklanmadan bahsetti, devamı gelmedi.
Neler olduğunu öğrenmemize az sayıda bölüm kaldığını umuyorum.
Yoksa bu
küçük defter Yaren’in yaralarıyla mı dolu?
Ceyhun ve
Derya’da arasındaki hava ise Şehriban’ın baskınından sonra gök gürültülü
sağanak yağışlıdan az bulutluya geçmiş gibiydi. (Gök gürültüsünün büyüğü
Ferdi’nin yüreğinde, kimsenin haberi yok.) Derya’nın o akşam Ceyhun’un evine
gitmesi emrivakiydi. Şehriban da, haklı olarak, Ceyhun’a gönül koydu. Garibim
Ceyhun ellerinde çiçekler, anneciğinin kapısına geldi. Eee ne demişler: Ana
gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz. (Son zamanlarda Ceyhun’a da kızamıyorum. Bir
evde Şehriban ve Maşuka, işte Esra dışarda da Derya. İşi zor.) Ferdi ise bu
durumu çok uzatmadan hemen aksiyona geçme kararı aldı. İlk önce Kandemir ile
konuşmak istedi. Ama Kandemir savunmayı topun gelmesini beklemeden kapattı.
Tezgâhın geleceğinden, onların ne kadar kirli olduğundan, Derya’nın hala temiz
bir hayat için umudunun olduğundan bahsetti. Bu Ferdi’ye bu bölüm atılan ilk
goldü. İkincisini, hem de penaltıdan, Derya atacaktı.
Bu çocuğu
böyle böyle dolduruyorsunuz.
Yılın aşk
bombası… Azz sonraaa…
FerDer’ler
KarYar’lar havada uçuşa dursun bombayı Şehriban patlattı. Talip, Şehriban’a
talip oldu. Aslında farkında olmadan yeni tezgâha da talip oldu, haberi yok.
Şöyle ki: Fatma
Şehriban’a “sana talip var, sana talip var” diye eve dalınca Maşuka da
fırsattan istifade Kandemir’i aradı. “İstanbul’un köklü ailelerinden” olan Nevizadeler,
Talip’in yanlarında çalıştığı diğer “köklü” Boncuklu ailesini tanır mı acaba
diye. İyi de yaptı. Bu sefer hedefi Maşuka gösterdi. Nevizadeler, Boncuklu
ailesini araştırırken tam felsefelerine göre bir tezgâh kurulabileceğini
keşfettiler. Zira Boncuklularda ne ararsan vardı: kaçak işçi çalıştırma, hayvan
hakları ihlali, vergi kaçakçılığı, aşırı lüks tüketimi. Kısaca iğrenç bir aile.
Hedefte en son müzayededen hava atma amaçlı aldıkları tablo var. “Altın klozet”
tezgâhında olduğu gibi gerçeği ile kendi yaptıklarını değiştireceklerdi.
Bahadır, Tuncer ile birlikte resmin çakmasını yapacak olan Kübik Kamil’i
bulmaya, Ferdi ve Karlos da dünürcülük ayağına Talip ile tanışmaya gittiler.
Talip pamuk gibi bir adam, aile ne derse yapıyor hatta doğum günü için palyaço
çağırmak yerine Talip’i palyaço kılığına sokmuş cimriler. Aldıkları 200.000’lik
tablo ise evdeki kilitli odada. O halde iş basit. İlk önce odanın anahtarı
sonra içindekiler. Ama anahtarlar Talip’in odasında ve alınması gerekiyor.
Yapılabilecek en güzel şeyi yaptılar ve palyaço kılığına girdiler.
Cınlırım o
kıyafat çok güzel olmuş, doğum günü konseptini çok beğendim. Darzsınız.
Ferdi,
Talip’in odasından anahtarı aldı. Şimdi, mesele eve tekrar, şüphe çekmeden
girebilmekteydi. Ama o iş tahmin ettiklerinden daha kolay oldu çünkü Talip,
Şehriban’ı ve Nevizadeleri tanışmak için eve çağırmıştı. Fırsat ayaklarına
geldi. O zamana kadar da Bahadır ve Tuncer’in bin bir zahmetle buldukları, bir
türlü ayıltamadıkları Kübik Kamil’e resmi çizdirebilirlerdi. Ama ressam “kübik”
değil bildiğimiz "alkübikti". Ara gazı vermelerle, kahvelerle, dil
dökmelerle adamı uyandırmaya çalışsalar da olmadı. Doğruluk, her kapıyı açar
sonuçta. Ne için çizdirdiklerini anlatınca o da çorbada benim de tuzum olsun dedi
ve tablonun çakmasını çizdi.
“Üflese ehliyetini değil nüfus cüzdanını alırlar.”
Nevizadeler bu işler uğraşırken Şehriban da süslenip püslenip Talip’in
muhallebi yeme teklifini zariflikle kabul etti. Süslendi, püslendi ve Talip ile
buluştu. Adettendir, gizli bir iş varsa, o an en olmaması gereken kişi hoopp
oraya damlar. Bu durum Şehriban’da da şaşmadı. Talip ile tatlı tatlı otururken
Ceyhun pastaneye daldı. Bu da sonuç:
Ve akşam
oldu. Cümbür cemaat Taliplere gidildi. Maksat tanışmak, sıcak bir aile ortamı,
değil mi, değil mi efendim? Şehriban, Maşuka, Nevizadeler, assolist olarak da
Ceyhun maaile oradalardı. Şehriban yeni gelin gibi süzüle dursun Nevizadelerin
tezgâh tıkır tıkır işledi. Hep kasa patlatacak değiller ya bu seferde
Boncuklulardaki tablo Ferdi tarafından başarıyla patlatıldı. Tam iş bitti
derken bu sefer kahraman polisimiz Ceyhun’un kuzeni Maşuka diplerinde
bitiverdi. Allah’tan tam o sırada Kandemir geldi. Maşuka mutfağa
girmemeliydi. Kandemiiir, Kandemiiir. Karambol bir anda Maşuka resmen
çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel veya ahlaki gelişimine zarar verecek
şekilde Kandemir’e öptü. Adeta Kandemir’i kirletti. Birisinin, Maşuka'nın
mutfağa girip Nevizadelerin durumunu görmemesi kendisini feda etmesi
gerekiyordu. Kandemir'e geçmiş olsun mu desem, hayırlı olsun mu desem
bilemedim.
Yalnız
Ferdi, her şeyi tamamlayıp odadan çıkarken gözüne kıymeti bir parça takılmıştı.
Aman dedim, Ferdiiim, uyma şeytana. Sizin bir felsefeniz var. Aykırı iş yapma.
Olmadı. Eve döndüklerinde Derya’nın Ceyhun’la olan durumu kastederek “Bu durumu
değiştirmek için bir şey yapabiliyor musun?” demesi zaten dolu olan bardağı
taşırdı. Ah Ferdi ah. Yatağından kalıp, kar maskesiyle eve dalıp hırsızlık
yapmak nedir? Yakalanmasaydın iyiydi ya? Bakalım nasıl yırtacaksın bu sefer?
Baba-kız
özçekim. Çok tatlılar.
Elif ve Kandemir
Ferdi kadar
tezgâhın en kısa sürede bitmesini isteyen bir diğer isim kesinlikle Kandemir.
Tezgâh bitecek, o da kızına kavuşacak. Ama her şeyden önce kızının kime baba
dediğini öğrenmek için en baştan bu yana olduğu gibi yine iz üstündeydi.
Elif’in okuluna gidip hem bir fotoğraflarını çekti hem de çaktırmadan “Babam”
olarak kayıtlı kişinin numarasını aldı. Ahmet Yılmaz’ın kim olduğu ile ilgili
merakım her geçen gün daha da artıyor. (Benim bir tahminim var ama bakalım
tutturabilecek miyim?)
Bu hafta
yine güzeldin, yine çiçek Ulan İstanbul. Dünya o kadar kanlı ve kötü ki
hala iyi insanların olabileceğini hatırlatan çok güzel bir anlar yaşattınız
bize, Nevizadeler!
Derdinizi
yüreğimizde, şarkınız dilimizde, aşkınız kalbimizde!