Çok güzelsiniz, kelime bitirecek kadar çok..
İnsan var oluşu boyunca, sevmeyi, yıldızları, güzel kokulu çiçekleri, mutluluğu, iyiliği arar. Kimi kalbi ile arar, kimi sadece gözleri ile, kimi aklı ile. Bu yol biraz meşakkatli sanırım. Çünkü bazılarımız ne aradığını dahi bilemez, bazılarımız neyi nasıl araması gerektiğine dahi karar veremez, bazıları ise olaylardan tamamen habersizdir. Ne aradığınıza karışmak pek haddim değil sevgili okur ama nasıl aramanız gerektiği konusunda bir ipucu verebilirim. Bana da çok sevdiğim bir büyüğüm öğretmişti yıllar önce.. Antoine De Saint-Exupery “Ama gözler kördür. Yürekle aramak gerekir.” der. Gerçekleri ararken gözlerimiz bizi yanıltabilir, ama yürek asla yanıltmaz. Ne olursa olsun yüreğinizle arayın sevgili okur. Nerede, ne zaman, nasıl olduğu önemli değil, eninde sonunda bulacaksınız. Tıpkı Defne ve Ömer’in uzun zamandır aradığı şahane an’larını İstanbul manzaralı gökdelen tepesinde buldukları gibi..

Bu keyifli bölümde elbette herkesin hakkını teslim edeceğim. Sezar’ın hakkı Sezar’a... Bölüm boyunca ellerimi ekrana götürüp yanaklarını mıncırmak istediğim küçük İso’dan, hayalleri gerçekleştirme timi Ömer İplikçi’den, cesur yürekli Defne’ye, dostluğu için sakallı Semra ile kendine bir geçmiş yaratan İso’dan, muhteşem bir detay olmaya tüm hızı ile devam eden Pamir’den, görüntülü konuşma sırasındaki püf noktaları es geçmeyen Nihan’a kadar...  Ancak bazen bir cümle, bir melodi, bir koku sizi alır ve aklınızda gitmenin hiç olmadığı yerlere götürür ya,  işte o cümleye biraz torpil geçeceğim. Bu keyifli bölümde kalbimin en güzel köşesine yer eden cümle Defne’den geldi. “Mesela ben hangi dörtlüğüm?” “Aşkım biz şimdi neyiz”, “Canıım, beni ne kadar çok seviyorsun?” gibi sığ cümlelerin dört bir yanımızı sardığı şu evrelerde, “Mesela ben hangi dörtlüğüm?” kadar naif, asil ve içten bir cümle olabilir mi? Buna inanabiliyor musun sevgili okur? Birinin hayatında nasıl anlam bulduğunu, sana olan sevgisini hangi dizelerde keşfettiğini anlamak.. Çok naif çok anlamlıydı. Böyle güzel cümleler var olsun.

Geçmişe gittiğimiz sahnelerde içim biraz burkuluyor. Bunu nereye gitse kucağında taşıdığı bebeğinin ilk adımlarını gören anne gururu ve hüznü ile benzeştiriyorum. Küçük bebeğim o kadar büyüdü o kadar yol aldı ki, ellerini bırakalı uzun zaman olmuş farkında değilim. İşte bu nedenle birlikte çok badireler atlatan Defne ve Ömer’den de korkmuyorum artık. Zaten her şeyi geride bırakıp, affetmek için gelen Ömer, olanları unutup yalnızca bir köşeden çıkıp gelenleri bekleyen Defne ve muhteşem bir detay olan Pamir’den sonra ortada çatışma namına bir şey kalmamıştı. Ömer ve sorunları bizi bir müddet daha götürür. Ve hatta son önemli düğümümüz bile olabilir. Çünkü hikaye yavaş yavaş kendini toparlamaya, bütün pürüzleri düzleştirmeye başladı. Tek temennim “Amaan bu muymuş?” dedirtmeyecek kadar mantık kırıntısı içermesi...


Zıtlığın içindeki uyum.

Defne ve Ömer, en olağan dışındaki durumlarda bile aşık kalabilmeyi başardılar. Kırılan kalpler, dökülen göz yaşları, geçen zamanlar.. Biliyorsunuz hepsi şahane bir an’a ve iyi ki dedirten yaşanmışlıklara kadar anlamlı. Sonrası laf-ı güzaf.

Normal şartlar altında Ömer’e Defne’yi arada bırakıp sıkıştırdığı için kızabilirdim. Ya da Defne’yi olayları geçiştirmekle suçlayabilirdim. Ama uzun zaman önce “Haklı olmanın gerekliliği.” mevzunu kapattım... Hatırlarsanız Ömer ile birlikte bir karar almıştım. Biraz daha dayanıp, şahane anların peşinden koşup hem zamana, hem de haklıyı koruyup, haksızı susturma heveslisi herkese şahane bir masal anlatacağız. Neyse ben kızmadım ama aranızda kızanlar, küsenler, gücenenler vardır diye arabuluculuk yapayım. Bazı insanlar vardır ki gece uykuları her şeyden önemlidir ola için. Vicdanları ile baş başa kaldıkları o sancılı süreci yaşamaktan pek hazzetmezler. Gece yastığa doğru bir hamle yaptıklarında içleri rahat olsun isterler. Akıllarını meşgul eden sorunlar çözülmeyip, sırtlarına ağırlık yükledikçe ertesi sabaha olan tahammül eşikleri azalır. Böyle insanları tanır, anlar ve anlamanın da ötesinde de desteklerim- çünkü ben olmak. Ömer de bizgillerden. Bunca ayrılığa bunca “bir türlü olamadık” havadisinden sonra artık mutlu sona kavuşmak istiyor. Kendisi doğrucu Davut’lar banliyösünden olduğu için de birazcık aceleci. Ama “Haklısın geçmiyor bana. Ailem falan da yok. Bir tek sana ihtiyacım var, sen de yoksun.” diyerek biraz duygu sömürüsü yaptın Sinyor, ye-mez-ler! – Defne’ler tabii ki yer, orası ayrı. Şikayetçi miyiz? Asla!

Güzel, keyifli, leprikonlara merakımızı bir sonraki haftaya taşıyan bir sayfayı daha geride bıraktık. Yusuf Atılgan ile bitirelim bu haftayı. Kulağımıza küpe, kalbimize pusula olsun. "Bir gün sana  dünyada katlanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğreteceğim."  Defne ve Ömer de bu dünyada sadece birbirlerine olan sevgiye katlanarak masalı sonlandıracaklar, güvenin.

Bu hafta böyle kısa olsun, şahane an'lara gölge düşürmeyeyim.

Hakikati kalbimizle aramaya devam, sevgili okur. Ararken de tutunacak tek dalımız sevgi olsun.

Sevgi ile.



 


 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER