Umut bin bir ayaklı,
Umut güneşte saklı.
Umut edenler haklı,
Umut insanın hakkı.
Nâzım Hikmet'in bu satırlarına bayılırım! Tam bitti dediğiniz anda bir haberle, bir sözle, bir hissedişle, bir dokunuşla beliriveren umut türleri hiç tükenmez. Tükenmemeli de... Umut insanı hayata bağlar, yaşama sevincini tetikler, güzel düşünmeye, hedefe ulaşmaya sevk eder.
O zaman bir minicik hikâye de benden sizlere gelsin. 17'lerinde bir genç kız, umutsuz, bomboş bakıyor. Gözleri buğulu, dünyası karanlık, bir klinikten içeri giriyor. Düşünüyorum bu küçük genç kızı bu kadar ne etkilemiş olabilir diye. Koltuğa oturuyor size güvenip güvenemeyeceğinden bile emin değil! Sadece bakıyor ışıltısız gözlerle. Onun hikâyesine onun penceresinden dâhil olabilmem şart, ona yardım edebilmeniz için her şeyi onun gözüyle görmeniz şart. Sizi hikâyesine kurduğu cümlelerle davet ediyor. Aklında yarattığı ıssız, çorak, taşlı bir tarlanın tam ortasında yalnız başına oturuyor.
Onun kırgınlıklarını, yanılgılarını, üzüntülerini, hatalarını, hayal kırıklıklarını sahiplenmeniz gerek. O sadece o boş tarlada güvenebileceği birini bekliyor. Kaybolan hayallerine elveda dercesine bakıyor... Kuşlar uçmuyor onun tarlasının üstünde, yağmur yağmıyor, gökkuşağı belirmiyor. O küçük genç kız sadece iyileşebilmeyi bekliyor. Onun o kurak tarlasına misafir olup, kaybolan hayallerine nasıl tekrar kavuşacağının tohumlarını atabilmeniz gerek, umut duygusunu tarlasına serpmeniz şart...
Bir tohumcukla, biraz suyla, yağmurla, güneşle yavaş yavaş yeşerecek bir tarlaya sahip olacağına onu inandırabilmek emek isteyen süreç. Ama "umut" denilen kelimenin bakmayın öyle iki heceli, dört harfli oluşuna. Tek bir umut sözcüğünün fısıldanmasıyla birisinin soluk kahverengiye çalmış topraklarını, yeşile döndürme çabasını izleyebilirsiniz. Donuk bakan gözlere ışıltılarını geri verebilirsiniz. Onun çatlak ve ıslak penceresinden görmekte zorlandığı tüm renkleri ona sunabilir ve kurumuş bir tarlanın "umut tarlasına" dönüşmesini zevkle izleyebilirsiniz. Aylar da sürse, yıllar da sürse vazgeçmemek çok önemlidir. O küçük kız iyileşti, hayata sımsıkı tutundu. Çok mutlu. Kendi gökkuşağını sevdiği renklerle boyayabileceğini biliyor artık. Hep umut etmeyi öğrendi, o 25 yaşında artık ve yakında evleniyor.
Yıkılmadı da yere meyli var(!)
Peki, bizlerin Defne'nin kurduğu cümlelerle davet edildiğimiz hikâyemiz ne durumda? Gitmek mi daha zor kalmak mı? Kalan Defne hiç iyileşememiş. "İyiyim, tamamım, dümdüzüm..." derken bile sanki bana kimse inanmasın diye sıralıyordu cümlelerini. Kendini ele vermediğini sanarak. Ne Sinan ne de bizler iyi olduğuna inanmadık! Çok kırılgandı, yaralıydı, akan gözyaşlarıyla besliyordu terk edilmiş kadınlık gururunu. Umudu yoktu... Hayalleri yoktu.
Peki, giden Ömer iyileşebilmiş miydi? Hayır! Sevdiği kadının bir başkasının arabasına binerek uzaklaşmasını kabullenmesi söz konusu bile olamazdı. Olmadı da... Aradan bir yıl da geçse 100 yıl da geçse eğer yaşanamamışlıklar varsa, gerçekleşememiş yarım kalan hayaller varsa ve insan hâlâ deliler gibi seviyorsa herkes o asil çizgisinden sapabilir. Çıldırabilir. Yollar kesebilir. Kim haklı, kim haksız tartışmasına bile girmeye gerek yoktur. Aşk insanı yoldan çıkarır, mantık iptal olur. Roma'da hiçbir şey yaşanmadığını düşünerek kuruyorum bu cümlelerimi... Sevdiği kadını da hep yanında ister.
Defne de kendine çorak bir tarlayı mesken tutmuş Ömer'in yokluğunda. Masasındaki çiçekleri sulamayı başarmış, ama gönlündeki kurak ve yalnız tarlasını sulayamamış. Yıldızlarda asılı kalan hayalleriyle hep yalnız kalmış. Ömer'i beklemiş gelmemiş, haberini beklemiş gelmemiş. Defne hep beklemiş... Tek düze yaşamaya alıştığı tarlasının da şimdi yeşillenmesini istemiyor, korkuyor. "İyi böyle." diyor. Ya yeniden alışırsa, ya her şey yeşile dönmeye başlarsa ve Ömer ya yine bir gün giderse bu yüzden korkuyor. Defne yorgun, direnmeye aslında gücü yok. Defne, Ömer'e alışmak istemiyor. Defne yeniden rüyasız, hayalsiz, umutsuz kalmak istemiyor.
Ömer'in de bir tarlası var. Hem de aşk tohumlarına hazır, yeşillenmeye müsait. Tek eksik Defne'si. Onu kazanabilmek, aşkına onu inandırabilmek için çabalıyor Ömer. Ürkütmeden korkutmadan yapması gerektiğini unutmuş bir şekilde "Arabadan in!" cümlesiyle öfkesini kontrol etmekde zorlanan bir adam gibi görünüyor Defne'ye. Sinan'ın söyledikleriyle Ömer bir duraksıyor, Defne'sini korkutmak onun için bir asla. "Özür dilerim." diyor lafı dolandırmadan Defne'sine. Ama yetmiyor. "Söz veriyorum"lar hava da uçuyor. Bir adam bir kadına onu hiç ağlatmayacağı için söz verirken, kadın da bir daha onun için hiç ağlamayacağını söyleyerek, adamın kalbinin tam ortasına hançeri saplıyor.
Yazı devam ediyor.