Yaz bitti. Tatil bitti. Güneşin altında beni mest eden o
güzel güneş kreminin kokusu çok değil birkaç gün önce yağmur yağdığı an kavuşmak
istediğim toprak kokusuna döndü bile. Sevmelere doyamadığım Eylül ayı da bitti,
bir göz açıp kapamamla.. “Geçmez,
dayanamayız o kadar.” diye diye günlerin yenisi geldi. Özlemden prangaları
eskittiğimiz Kiralık Aşk, bana çok özel bir hediye vererek 23 Eylül Cuma akşamı
ikinci sezona merhaba dedi, hasreti bitirdi! Hatta yeni sezonun ikinci bölümü
ile karşımıza çıkacak yarın öyle hızlı geçiyor zaman.. Hediyeme de sizlere de
birazcık daha geç kavuştum ama özlemle, mutlulukla ve sonunda kocaman bir
gülümseme ile izledim. Azıcık da kavuşma heyecanı diyelim anca uğrayabiliyorum
buralara.. E o zaman tekrar merhaba..
Heyecanla, ufak tefek tahminlerle ama en çok da merakla
bekledim yeni sezonu. İtiraf etmem gerekirse, ailesinin düzeninin bozulması
korkusu yaşayan bir anne telaşı vardı üstümde. Bahtı benzemesin ama ya diğer dizilere
benzer de, sezon sonunu göremezse diye endişelendim. Hatta gariptir ki, yaz
boyunca izlemedim, izleyemedim. Ancak ne
zamanki fragmanlar, tanıtımlar çıkmaya başladı, işte o zaman rüzgar tekrar
esmeye başladı.
Olaylar malumunuz. Yine yüce gönlünden taviz vermeyerek
nikahın ertesi günü doğru bildiği yalanlardan kaçan Ömer İplikçi, sürekli
gitmesinden korktuğumuz Roma’sına sığınmış. Söylemeden geçemeyeceğim, Roma Ömer’e, Ömer
Roma’ya çok yakışmış. Görüntüler keyifli, verilen emek ortada. Ömer’in oradaki
dünyası inandırıcı ve samimiydi. Defne ise sırtındaki yükten kurtulmanın verdiği
hafifliğe sevinemeden terk edilmenin acısı altında ezilmiş. Bazen gerçekten her
şey bittiği dediğimiz anlarda şansımız dönerdi ya hani, Defne yine şansını
döndürmüş. En azından kendi ayakları üstünde duran, atarlı haline dönmeyi
başarmış.
Hayatta bazen bataklığın
içine, en dibe çekiliriz. İşte o anlarda çok çırpınmamak gerekir, kurtuluş
için dibi görmek bazen şart olur. Öyle bir durum işte Defne'nin başına gelenler. Terk edilmelere karşı hem korkusu hem bağışıklığı var. Diplere gittiğini biliyoruz ama çırpındı mı yoksa kendini bıraktı mı yoksa her ikisinden de bir parça aldı mı bilemiyoruz. Sadece her gidenin ardından öyle çaresizce bakmasının ardından kapıyı
kapatacak kadar cesur olduğunu biliyoruz. Kim bilir belki bu terk ediliş için Ömer kadar kendine
de kızgındır. İçinde bulunmak istemediği bu oyunun sonunda olacakları az çok
bildiği için çekti bu acıları bugüne kadar. Fakat elinden gelenin en iyisini de yaptı. Sonunda silkelenip kendine gelmeyi bildiği gibi. “Olup biten ne varsa minicik bir kutuya koyup
sakladım kalbimde. Evet, sığmadığı oldu bazen, zorlayıp acıttığı kalbimi. Ama
her şeye rağmen atamadım, tuttum içimde. Unutamadım ya da unutmak istemedim.
Bir şekilde hallettim. Sonunda yaşadıklarımla, yaptığım tercihlerle buradayım
işte. Yataktan çıkıp gözyaşlarımı silip bir şekilde yeniden Defo olmayı
başardım. En azından şimdilik.” diyerek
o minicik kutusunu çıkarıverir ortaya. Günleri artık bitecek, yenilerinin ise
tek işlevinin İso’nun büyüyüşünü seyretmek olduğunu kabullenmiş halde..

Korkular ve zaaflar yıkılırken..
Ömer cephesinde ise işler biraz daha dumanlı. Onu koruyan,
destek olan kimse yok yanında. Kendi ile baş başa kalan Ömer İplikçi, ki belki
de en iyisi. Korkularımız zaaflarımızdır. Birini sevmek ise en büyük zaaftır.Ömer kendi kendine kurduğu o korunaklı dünyasında her şeyi kontrol edebileceğini zannederken, neler geldi başına. Fakat iyi ki de geldi.. Kendisinden bekleyemeyeceğim kadar yine şaşırttı beni. Ve bu hareketi ile hem Defne'nin hem de Ömer'in kalbinin ne kadar sevgi dolu olduğunu anladım. Başımıza
gelmesinden korktuklarımızın çok sevdiklerimizden gelmesi ise hem mağlubiyet
hem de nice zamandır beklediğimiz zaferdir.
Ömer İplikçi hem çok ağır bir yenilgi aldı hem de kocaman bir zafer
kupası kaldırdı. Korktuğu, kaçtığı, taviz vermediği yalanları Defne’den duyunca
o buzlar içinde küçücük minicik bir çatlak oluştu. Ve çatlakları bilirsiniz, yolunu bulmayı
sever..
Yazı devam ediyor...