Su akmış, yolunu bulmuş. Mahalle ailesi kendine bir günah
keçisi bulmuş, herkes “Adı lazım değil.” diyerek, sanki hiç var
olmamış gibi davranmayı tercih etmiş. Beni en çok da olgunluğun kalesi İso
şaşırttı. Bu kadar öfkelendiren başka bir durum mu var yoksa, "Canımın canını yakanın canını yakarım."
misali bir durumu içinde mi? İşte bu cevapsız sorular için biraz daha geri
dönüşe ihtiyacımız var. Öte yandan diğer mahalleye bakarsak, Sinan kendi
yağında kavrulmuş hatta birazcık yanmış. Koray sektör değiştirmiş, Passonis
dağılmış, Hulusi Dede uzaktan olayları yönlendirmeye, Neriman ise planlar
yapmaya devam etmiş. Günler gelmiş günler gitmiş..
Ve günlerden bir gün olmamışları oldurmaya çalışırken bir gün bir yerden patlak
vereceğinizi bilirsiniz. Adı anılmayanın hep aklınızda olduğunun da
farkındasınızdır. Hatta ne kadar ütopik gelse de bir an “Bir şey oldu.” diyecek
kadar bağlısınızdır birbirinize. İşte böyle anlarda üst üste gelen küçük
tesadüfler köşenin ardından geleceklerin habercisidir. Hayatta herkesin gözünü
ayıramadığı, bazen kaçamak bakışlar attığı bir köşesi vardır. Alışkanlık bu ya,
gözü kayar insanın. Bazen küçücük bir sesle
der ki, “Ya gelirse bir gün şu köşenin ardından?” Fakat korkarak söyler bunu. Çünkü yüksek sesle
söylemek düşmanların birbirine olan öfkesini arttırabilir. Evet, bilirsiniz o
düşmanları. Hani şu asla kazananın ya da hangisinin daha önemli olduğuna bir
türlü karar veremediğimiz düşmanlar: Aşk ve Gurur.
Kafa karıştıran sorularda bu hafta..
İşte bu nedenle köşenin ardından gelene “Hayır.” demek için
acele ederiz. Yaşadıklarımızı, yaşattıklarını
bir kez daha hatırları. Zaten ne yaşarsak yaşayalım ne yaparsak yapalım
kaçamadığımız tek bir şey var: Geçmişimiz. Kırılmış, un ufak olmuş kalbimiz ile
el ele verip bazen aklımıza küçük oyunlar oynamaya çalışırız. –mış gibi
yaparız. Mesela unutmuş gibi, mesela hiç yaşanmamış gibi ya da canımız hiç
yanmamış gibi. Biraz düşünüyorum da neden unut-muş gibi yaparız? Yanıtı yüksek
sesle söylemek ya da kabullenmek zor, biliyorum. Ama ben biraz yükselteyim
sesimi. Bazen unutmak istemediğimiz zaman unutmuş gibi yaparız. Mesela kendimizi
işimize veririz, her anı meşgul yaşamak isteriz, yürürken müziğin sesini son
ses yaparız ki kafamızın içindekiler sussun diye. Sonrasında ise inkar sürecine
geçeriz. “İkinci şans yok.” deriz. Bu yoldan dönüşün olmadığını tembihleriz
kendimize hani ola ki bir an için yumuşamayalım diye. Defne de bu yolu seçti hatta daha zorunu.
Aklına getirmeye korktuğu, hep kalbinde olsun diye adeta Ömer oldu. İnsanlara
ördüğü duvarının harcına bolca işini ama en çok da minnak İso'yu koyarak yoluna
devam etti. Gurunu aşkına öyle bir düşman etmiş ki, kendini dinlemeye bile
korkar hale gelmiş. Bu süre içinde Defne’nin yaşadığını söylemek pek doğru
olmaz. İşte tam böyle anlarda Sinan’ın dediği gibi “Hayata dönmek isteriz.” Ya da köşenin ardından gelenin bizi hayata
döndürmesini..
Köşenin ardından bazen bir kalem çıkıveririr. Ve bu kalem asla yalnızca bir kalem değildir. Ya da tesadüfen duyduğunuz bir ıslık sizi en hazırlıksız
anınızda yakalayarak kaçtığınız geçmişinizin ortasına bırakabilir. Ya da
yaşadıklarınıza sessizce şahit olmuş bir dost ile karşılaşıp aniden kendinizi
güvende hissedebilirsiniz. Sonra belki bir selam verirsiniz tıpkı Ömer’in
mavişi selamlaması gibi.
Yazı devam ediyor...