Sizlere bir şey sormak istiyorum sevgili okurlar:
Sizin de sevdikçe sevesiniz geliyor mu? Birini daha çok sevince, biraz daha çok
sevmek istiyor musunuz? Ya da zincirleme isim tamamlaması gibi isimleri art
arda dizdiğinizde ne çok şey seviyormuşum diyor musunuz? Hayır, bana oluyor da
arada… Mesela Gülümse Yeter. Her hafta bir tık daha, bir tık daha çok seviyorum
hikâyeyi. Belki de ihtiyacım(ız) olan tek şey aşırı doz samimiyet ile bir tutam tebessüm
olduğundandır. Bayram arasından sonra tekrar kavuştuk. (Aman, başka bir
hadiselerden ara vermeyelim de.)
***
Aslında keyfim çok yerinde. Yerinde, yerinde olmasına
da şu Özdemirler'e pek bir üzüldüm bu hafta. Bulamadıkları altınlar bir yandan, Lütfü’nün
yolunda gitmeyen iş durumlar bir yandan, kızların kalp kırıklıkları diğer bir yandan. Bu kadar
şeye ben üzülüyorum. Depresyon sefasını Nermin’ciğim çekiyor.
Öyle uzak durma Kemal.
Özdemirler’de bu hafta kalbimi en çok cız ettiren isim
Gül oldu. İnanamıyorsunuz, değil mi? Ben ve Gül’e üzülmek. Ama cidden üzüldüm.
Kemal sürekli peşinde “Bir şiy siylicim, dinli bini!” diye dolanıyordu. Çiçekler
gönderiyor, mektuplar yazıyor, mahallesine kadar geliyordu. Anladık Kemal, Gül’ü
seviyorsun ama acaba kıza zarar verdiğinin de farkında mısın? Aslında Kemal de,
herkes gibi, birilerinin onu dinlemesine muhtaç. Dinlendiği zaman kendisini de
çok güzel ifade ederken, gerçeklere de bir güzel ikna ediyor. Ama bunu düzenli olarak
Seçil’in yanında yaptığı için Seçil, hem Kemal’e hem de Gül’e bilendikçe
bileniyor. Tabii bulmuş bizim çocuklar gibi safını… Milletin ağzına sakız olma
bahsini geçtiğimiz haftalarda açmıştım zaten.
Mektup ile birleşen müziğin ruhu <3
Mektup… Mektuplarımız… Nerede o eski mektuplaşmalar?
Kemal’in mektubu içli ve doğruydu. Peki, Kemal’in dökemediği ama kelimelerle
ifade etmek istediği gözyaşları Gül’ün içindeki boşluğunu doldurur mu, zaman
gösterecek. Eminim ki Gül de başkasına değil; kendine ve Kemal’e inanmayı çok
ister ama olmuyor işte. Kendileri iyi; çevreleri kötü.
Seçil her geçen gün Gül’ü daha da zorlarken Kemal, her
hareketini onyüzbinbeşmilyon kez düşünüp atması lazım. Zira Seçil’in tutumları
kalp kırıcılığından, onur kırıcılığa doğru hızla ilerliyor.
Şu an masa ağladı!
Yalnız, Kemal’in Civanlar’ın evindeki kahvaltı
sahnesinde bir şey dikkatinizi çekti mi? Bizim Sarp’ta bir görüntü gitti geldi.
Ufak bir kısa devre yaptı.
Orada Sarp’ın Gül’den dolayı cereyan yaptığı açık.
Peki, ya Yasemin? Sarp ile Yasemin arasında hem kalın kalın, yüksek yüksek
duvarlar hem var hem de yok. Baş başayken ne mutlular, en güzel bakıyorlar, ne
güzel gülüyorlar birbirlerine. Ama ne zaman Gül’ün ve Cem’in adı geçse hatlar
karışıyor.
Bana kalırsa Gül’ün en büyük problemi, karşısındaki
yanlış sinyaller gönderiyor olması. Mesele Kemal’e ikna oluyor. Bekleyeceğim,
ben de seni seviyorum, diyor. Sonra Seçil’in iki sözüyle gümm! E hani
bekleyecektin, seviyordun? Niye moralini düşürüp karşındakine yanlış sinyal
gönderiyorsun, neden kendini zayıf gösteriyorsun. Sooonra, neden her hıyarım
var diyene tuzunu alıp koşuyorsun. Sarp’ın hissettiklerini bile bile neden
dokunmatik hareketlerle ve sözlerinle neden ışığı kırmızıdan sarıya
çeviriyorsun?
Bugün düşündüm: Acaba, Yasemin’in Sarp’a
ulaşamamasının nedeni Cem mi? Yoksa Gül mü? Yasemin, Sarp’a iyi gelirken, onların
elini kolunu bağlayan kim ya da ne? Sarp açısından bakalım bir de: Gül’e olan
karşı duyguları mı? Vardır elbet yüreğinde bir yerinde aşk kırıntısı ama bence
Sarp için Gül defteri kapandı kapanacak.
Yazı devam ediyor...