Pelin’in günlüğüne yazdıklarını işitene kadar bambaşka şeyler yazmayı planlıyordum. O ana dek daha uzaktan ve kendimce daha objektif izliyordum ama gel gör ki o kısacık yazı, beni alıp bambaşka yerlere götürdü. Pelin’in yazdığı “Kimse bana mutluluğa cehennemden geçerek ulaşılabileceğini söylememişti. “cümlesine bayıldım (Bölümün en iyi repliği olarak seçiyorum izninizle), buna çok ama çok güzel bağlanan Hüsn-ü Aşk göndermesini de muhteşem buldum.
Lise yıllarından hatırlarız hepimiz, aşkın bambaşka bir hâlini anlatan o ünlü hikâyeyi. Aşk, sevgilisi Hüsn’e kavuşmak için kıldan ince köprüleri geçmek, cadılarla, devlerle savaşmak, ateşten denizi mumdan gemiyle aşmak zorundadır. Eğer bu sınavları başarırsa sevdiğine kavuşacaktır. Başarır da… Ama sonu büyük sürprizdir. Kalp şehrine vardığında görür ki Hüsn aslında kendisidir. O zaman anlar ki aşkta sen, ben yani ikilik yoktur; aşkta sadece teklik (Birlik.) vardır. Bizim masalımızın da eninde sonunda varacağı yer bu. Aşk’ta sen ben yok, “biz” var…
Varacağı noktayı biliyoruz da bizim de izleyici olarak sınavımız alabildiğine devam ediyor. Mumdan gemimize bindik ateş denizinde Ceyda’sı, Rüzgâr’ı, Meliha’sı, Süheyla’sı artık Allah ne verdiyse hepsiyle mücadele ederek bir damlacık mutluluğa ulaşmak için debeleniyoruz.

Sensiz beni, bensiz seni anlayamazlar…
Haftalardır kucağımızda iki büyük yumak var. İlki Pelin’in restoran borcuyla ilgili Sinan’a söylemek zorunda kaldığı yalan… İkincisi adı batasıca Rüzgâr… Bu bölüm, ilki çözüldü ikincisinin de ucu belirdi.
Pelin, Rüzgâr’ın tehdidiyle Sinan’a gerçekleri açıklamaya karar vermişti, açıklayacaktı da eğer Sinan ondan erken davranıp evlenme teklif etmeseydi.
Bölümün başında Pelin’in tereddüdünü görünce bir an yine de her şeye rağmen açıklayacak sandım, itiraf ediyorum. Ancak onun tereddüdü Sinan’a farklı yansıyınca olayın dengesi değişti. Bir kez yerle bir ettiği adamı ikinci defa hem de böyle bir anda yeniden tuzla buz etmeyi göze alamadı Pelin. Teklife “Evet.” dedikten sonra da hâliyle kendini olayın akışına kaptırıp ölümcül hatayı yaptı ve gizlediğini açık etmekten, geçici olarak, vazgeçti.
Arkadaşlarının “Söyle!” uyarıları yerinde olsa da Başak’ın düğün çılgınlığı zirve yapınca hem bir kez daha fırsatı yakalayamadı hem de yaşadığı güzelliğin sarhoşluğuyla bundan kaçmak istedi.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, kızların restoranda megafonla yaptıkları jesti çok beğendim. Geçmişin temize çekilmesi anlamına gelen o küçük hareketle Sinan’ın incinen onuruna da çok zarif bir özür geldi, kanımca.
Yazı devam ediyor..