ATV’nin yeni dizisi Kertenkele, dün gece yayınlanan ikinci bölümüyle izleyenlere yine keyifli bir cumartesi akşamı yaşattı. İranlı yönetmen Kemal Tebrizi’nin aynı adlı filminden uyarlanan yapım, polisten kaçarken şans eseri imam kılığına giren ve imamlık yapmak durumunda kalan bir hırsızın yaşadıklarını konu alıyor. Dizinin ilk bölümüyle ilgili yorumlarımı buradan okuyabilirsiniz.

Dizinin ikinci bölümü şirret gelin Tülin’in, eşi Ferruh’un başının etini yemesiyle başlıyor. Tülin’e göre Ekrem bey Zehra’yı mirasını bırakmak için evlendiriyormuş. Zavallı Ekrem bey, gelininin laflarına şahit olduktan sonra üzüntüden ağlarken Zehra çıkageliyor ve dedesini teselli etmenin yolunu ararken hayatında birisi olduğu yalanını söylüyor. Burada anlıyoruz ki, Ekrem bey aslında torun Zehra sahipsiz kalmasın, şirret Tülin ve aşireti (kızı) tarafından yenmesin diye evlendirmek istiyor. Zehra’nın artık geri dönülmez bir şekilde sahte koca arayışlarına girmesi şart. Önceki yazımda değindiğim, orijinal hikayedeki gardiyanın bu hikayedeki saçma rolü konusuna senaristler biraz zorlama da olsa bir çözüm bulmuşlar. Hastanede kelimenin tam anlamıyla gözünün önünden kaçıp giden Kertenkele’yi yakalamak için yıllık iznine ayrılan gardiyan Levent, komiser Ünsal’ın peşinde divane oluyor. Ünsal bey onu ilk anda reddetse de, şark kurnazı Levent kendini kabul ettirmesini biliyor.

Bu arada gardiyan Levent’i canlandıran Sinan Çalışkanoğlu’nun Cem Yılmaz gösterilerinden fırlamış bozuk Türkçesi ve mimik ve jestleri insanı rolünden soğutuyor. Senaristlerin mi, yönetmenin mi, yoksa oyuncunun kendisinin kararı mı bilmiyorum ama, bu karikatürize haller genelde gerçekçi oynanan bir dizide eğreti duruyor.

Ziya hocaya sürekli soru soran Hicabi’nin yine hocanın peşinden ayrılmadığını görüyoruz. Lakin orijinal senaryodaki sorular bittiğinden olacak, senaristler bu mizaha çok açık alanı yeterince değerlendirememişler bu bölümde. Orijinal hikayenin en önemli temalarından biri olan; insanı değerli yapan şeyin rütbesi, parası, giydiği kıyafeti değil insan oluşu fikri, bu bölümde yine bozuk çevirilerle ve zorlama cümlelerle iki kere karşımıza çıkıyor.

Hikayenin uyarlama olması dolayısıyla bize uymayan şeylerden biri de imamın sürekli imam kıyafetiyle gezmesiydi. Senaristler bu mevzuyu da mahalleliye tartışarak (güya) çözüyor. Erol bey “cübbe, sarık kutsal kıyafetlerdir, sadece camide giyilir,” diyor. Halil efendi ise “bizde ruhbanlık sınıfı yok, üstünlük giyside değil takvada,” minvalinden saçma bir cevap vererek (güya) Kertenkele’nin bu şekilde gezmesini normalleştiriyor.

Bu arada Kertenkele bir ara berbere gidiyor. Bu noktada takma sakal mevzusunu çözerler diye tahmin edip sevinmiştim fakat Kertenkele berberden aynı şekilde çıkıyor. Bu sahnenin olayını henüz çözemedim. Cenaze namazı kıldırması gereken Kertenkele’nin, bilmediği için, namazı Hicabi’ye kıldırttığını görüyoruz. Kertenkele, açığını kapamak için kendini YouTube’a vuruyor ve bir dönemin korkulu rüyası Yusuf Tavaslı’nın videolarını izleyerek İslam uygulamalarını öğrenmeye çalışıyor. Tavaslı göndermesi özellikle hoşuma gitti, 20 yıl önceki çırpınışlarım aklıma geldi :)
 
Bu arada Kertenkele’nin araba tamirciliği, dövüş, piyano ve resim gibi birbirinden alakasız dallarda oldukça usta olduğunu görüyoruz. Zehra’nın arabasını tamir ediyor, adamlarını Zehra’ya saldırtıp gözünü boyamaya çalışan Çağatay’ın adamlarını tarumar ediyor, Ekrem beylerde yemeğe konuk olduğu bir akşam piyano resitali veriyor ve dahi çocukken de çok iyi resim yapıyormuş. Senaristlerden gerçeklikten çok uzaklaşmamalarını rica ediyorum. Önceki yazımda Selin karakterinin eğretiliğini safça, karaktere bağlamıştım ama bu bölümle birlikte Eda Özerkan’ın rolüne açık bir şekilde hakim olamadığını görüyoruz. Bu arada Şevket muhtemelen kumarda kaybettiği ev ve dükkanı bahane ederek müştemilatta Kertenkele’nin yanına ilişiyor. Densiz hareketleriyle Kertenkele’yi rezil edecek diye ödümüz kopuyor, sevmiyoruz haliyle. Etmesin, o kadar aptal olmasın, haddini bilsin lütfen.

Kertenkele’yle debelenirken kendi kendini vuran, fakat bunu hatırlamayan mafya Deli Kenan, Kertenkele ve Şevket’i yakalıyor. Kertenkele ise kıvrak zekasıyla bu durumdan sıyrılmayı başarıyor. Ardından yine zorlama bir monologla bir anda kendi kendini vurmuş olduğunu hatırlar gibi oluyor. Önümüzdeki bölümlerde bu konu da açıklığa kavuşacaktır.
Bu arada ilginç bir yan hikayeyle karşılaşıyoruz. Kertenkele’nin yanından hiç ayırmadığı toka meğer yetim ve öksüz kaldıktan sonra evlat edinilen kız kardeşinden bir hatıraymış. Kertenkele’nin de asıl amacı kız kardeşini bulmakmış. Diğer karakterlerin arasında olan ilişkilerin sığlığından dolayı, “mutlaka tanıdığımız biri çıkacak,” diye düşünürken gerçekten de, oldukça gereksiz bir sahneyle, bu kız kardeşin Betül olduğu ortaya çıkıyor. Senaristler burada Betül’ün Kertenkele’den huylanmasını buna bağlamış olup, bir klişeye daha imza atmış oluyorlar. Ayrıca yani Kertenkele’nin kardeşiyle bile aynı mahalleye düşmüş olması... Yapmayın, çok ucuz.

Dizide olayların çok fazla sünmeden ilerliyor ve çözülüyor olması, saatlerce ağlayan karakterlere (bkz. Feride, Karadayı) alışan bizleri oldukça şaşırtıyor. Umarım ilk bölümlerin heyecanı olarak kalmaz ve sonraki bölümler de bu akıcılıkta gider.

Orijinalinden gelen, Kertenkele’nin kapı kapı gezip pasaportu sağlayacak adamı araması hikayesi geçen bölüm işlenmemişti. Bu bölüme kısmetmiş; fakat hak ettiği incelikte işlenmemiş, çok üstünkörü geçilmiş ve çok kopuk hissettiriyor. Kertenkele bir gece dışarı çıkıyor ve onu takip eden Oğuz ve Hicabi, gizli gizli evlere gidip yardım yaptığını sanıyor. Ertesi sabah mahalleli caminin önüne koli koli erzak yığmış ve hatta, ne alakaysa, Deli Kenan beş yüz bin TL yardım yapmaya hazır oluyor. Bu tarz sahneler, sanki senaristlerin elinde orijinal filme ait sahnelerden oluşan ve bir an evvel doldurmaları gereken bir yapılacaklar listesi varmış da, bunları çakma sahnelerle hızlı hızlı geçiştiriyorlarmış hissiyatı yaratıyor.

Selin ve Zehra çakma damat arayışlarında cast ajanslarından oyuncularla bile görüşüyor. Sonunda bu iş için en iyi aday olarak düşündükleri arkadaşları Onur tam hazırlık yapıp, Ekrem beyle tanışmak üzere eve geçecekken bir yıl önce ayrıldığı sevgilisiyle karşılaşıyor. Onur için deli olan bu kıza Yıldız Tilbe makyajı yapmayı akıl edene tebriklerimi sunuyorum, gerçekten komik bir karakter olmuş. Velhasıl, kız Onur’u Zehralara kadar takip ediyor ve evde kıskançlık krizleri geçirerek cıngar çıkarıyor. Sesleri duyup inen Ekrem bey, “yoksa damat bu mu?” diye sorduğunda Zehra, şans eseri orada tebdil-i kıyafet bulunan Kertenkele’yi göstererek, “hayır bu,” diyor. Zaten Kertenkele’den oldukça etkilenmiş olan Zehra için, onu bu şekilde görmek yeterince etkileyici olacak ki, Zehra’nın ağzı bir iki dakika açık kalıyor. Önümüzdeki bölüm ikili arasında çakma bir nikahın kıyılacağını (acaba imam nikahına vururlar mı? Acaba imam, kendi nikahını kıyar mı? Bunları düşünmeden edemiyorum) ve Çağatay’ın bu işe salça olacağını öngörebiliriz. Karakterler arasındaki çatışmalar dizilerin önemli lokomotiflerinden olsa da bazı diziler bu kadar iğrenç karakterleri kaldırmıyor. Çağatay karakterinin hiç olmamasını, ya da olacaksa da, iyi bir karakterken giderek kötüleşecek şekilde tam Kertenkele’nin zıttı olmasını dilerdim.

Sonuç olarak yine keyifli bir iki saat geçirdim. Lakin beni en çok ilgilendiren şey Kertenkele’nin hırsızdan imama dönüşümünün hikayesi. Geçtiğimiz hafta dizinin yapımcısı Yalçın Şen röportajlarında bu hikayenin dizinin temelini oluşturduğunu vurgulamıştı. Umarım önümüzdeki bölümlerde bunun daha yoğun işlendiğini görürüz. Jenerik Türk dizilerinden gına gelmiş biri olarak bu tarz değişik hikayelere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.

Kertenkele’nin üçüncü bölümü 8 Kasım Cumartesi saat 20:00’de ATV’de olacak. Ben şimdiden merakla bekliyorum.
“Ay yeter artık ya; kertenkele, kertenkele.”
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER