Hülya’nın vicdanlı bir kadın olması ise en sevdiğim
özelliklerinden biri. Hülya’nın yapmış olduğu kötülükleri anlamaya çalışırım,
nedenlerini düşünürüm ama görmezden gelemem. Ama bu yüzden de Hülya’yı kötü bir
insan olarak nitelendiremem. Hülya, ne yaparsa yapsın sızlayan bir kalbe sahip.
Onu bu denli sevmemin sebeplerinden biri de bu.
Aslında benim için Hayat Şarkısı’nı özel kılan sebeplerin
başında da bu geliyor: “İyi olma hali.” Zeynep için ağlayan Hüseyin, Müfit için
çırpınan Bayram Bey ve dahası... Onları farklı kılan, sevdiren ise hep bu.
İşte şimdi gerçekten sırdaş oldular.
Geçen hafta Hülya’ya tavrından ötürü kızdığım Hüseyin’i bu
hafta göklere çıkarmam da hep bundan. Hülya ve Hüseyin birbirini incitmesin,
birbirlerine hep sarılsın istiyorum. Kerim ve Hülya, birbirlerini hep sevsin
istiyorum. Hüseyin ve Kerim’in kardeşliğini sonuna dek hissedeyim istiyorum.
Bayram Bey ve Süheyla Hanım sadece birbirlerinin elini tutsun istiyorum. Aksi
oldu mu içimde bir şeyler kırılıyor, elimde değil…
Ve bu güzel aileye, en az onlar kadar güzel bir kalbe sahip
olan Mahir de girsin istiyorum. Gözlerindeki hüzün, kırgınlık Cevher ailesinin
kalabalık sofrasında çocuk neşesine dönüşsün istiyorum. Mahir de mutlu olsun
istiyorum…
Şu sahne Hayat Şarkısı'nı daha da sevme sebebimdir. Teşekkürler...
O kalabalık aileyi dengede tutabilen, Kerim’in de dediği
gibi aynı babasına benzeyen Hüseyin, öfkesini de Bayram Bey’den almış. Cem’i
öldüremeyeceğinden emindim, öldürsün de istemezdim. Zira Cevher erkekleri katil
olmamalı. Ama Cem’i müsait bir yerinden vurursa benim için efsane bir hareket
olurdu. Oldu. Düşleyenin, yazanın, çekenin, oynayanın yüreğine sağlık. Tayanç
Ayaydın da iki bölümdür içinde taşıdığı öfkesini öyle soğukkanlı bir şekilde
bize yansıttı ki hayran olmamak elde değil. Karşısında onu ustaca
karşılayabilecek bir oyuncu olsaydı o sahne adını efsaneler arasına yazdırırdı.
Ama Cem yine sahnesindeki -tek- bir hissi bana geçiremedi. Hayat Şarkısı’nın şahane bir ritmi
var; replikleriyle, rejisiyle, kadrosuyla çok özel. Ama üzgünüm bu şahane ritim
Cem’i gördüğümüz anda sekteye uğruyor. Ve yer aldığı sahne diğer oyuncular
sayesinde ayakta kalıyor.
Canım Mahir, sen de mutlu ol Mahir...
Bazı oyuncularsa tek bir sahneyle “İyi ki geldi!”
dedirttiriyor. İşte onları farklı kılan da o, hoş geldi Füsun Erbulak.
"Bir evin ocağı tütmeyince yalnızlık başlıyor." dedi ya, nefesim
kesildi, bir hüzün çöktü. Umarım Mahir’le Emine Anne birbirine destek olur,
umarım hep gülerler…
Çok güzel sahneydi...
Ve "Melek, şu anda gerçekten nefes alamıyorum." diyen Hüseyin'le, ona düşünmeden sarılan Melek çıktıkları yolculukta aralarına kimse girmeden devam etseler ne mutlu olurum. Çünkü onların birbirlerini sınamaya ihtiyaçları var, başkaları tarafından sınanmaya değil. Son bölümlerde Melek ve Hüseyin çifti yeniden hoşuma gitmeye başladı.
Ateşle oynamamak gerek tabii.
Tabii ki yazmadan geçemeyeceğim; Bayram Bey, ne yapıyorsun Bayram
Bey? Kırdın, incittin, üzdün… O mavi gömlek hemen çıkabilir mi? Hemen!
Hayat işte, sevinciyle hüznüyle akıp gidiyor; Hayat Şarkısı
da… İyi ki 19 hafta önce hayatın şarkısını söylemeye başlamışız. Yine şahane
bir bölüm izleten tüm ekibin emeklerine sağlık. Nicelerine…
Siz, 19. bölümü nasıl buldunuz?